Prof. Dr. Haydar Baş, Rahmet-el lil Alemin 2. ciltten.
"O'nun mucizelerinin başında Kur'an-ı Kerim vardır. Kureyş taifesi, üstün söz, harika kelâm, belâgat ve fesahatte mümtaz bir topluluktu. Aralarından icra ettikleri yarışmalar, hep kelâm sahasındaydı.
Böyleyken, Kur'an'ın belâgati karşısında hayrete düşmüşler ve O'nun bir benzerini meydana getirmekten aciz kılmışlardır. Şu olaylar, bu noktada Kureyşlilerin düştükleri aczi çok güzel ortaya koymaktadır:
Hac mevsiminde Kâbe ziyaretçileri toplanınca Kureyş'in büyükleri şu kararı verdiler:
"
İşte büyük fırsat! Kalabalığın karşısında hepiniz Muhammed'e dair bir şey söyleyin ve sözlerinizde birbirine aykırı bir şey olmasına dikkat edin!"
Kureyşliler, bütün kabilelerin toplu bulunduğu böyle bir zamanda, birden bire bir İslam daveti olmasından korkuyorlar ve kalabalıkların böyle bir davete kapılacakları şüphesini taşıyorlardı. Ortaya şu fikir atıldı:
"
Kâhindir" diyelim.Velid, bu kararı beğenmedi:"Kâhin değildir. Onun kelâmı, kâhinlerin diline benzemez."
"
Mecnundur" diyelim."Mecnun da değildir. O'nda cinnet hâl ve alâmeti yok."
"
Şair diyelim!" "Şair olduğunu hiç iddia edemeyiz. Biz, şiirin her çeşidini biliriz. Şiire benzemez O'nun kelâmı."
"
Sâhîr (büyücü) olduğunu öne sürelim!" Sâhire neresini benzetebiliriz ki? Üfürüğü yok; düğüm bağlaması yok; büyücülük işlerinden hiçbir şey gösterdiği yok."
Şaşırıp kaldılar. Ya ne diyelim?
Velid, tekliflerden hiçbirinde temel ve dayanak olmadığını görünce şöyle konuştu:"Bütün bu fikirler batıldır. Ağzınızı açıp tek kelime sarf etmeyiniz."
Ben-i Seleme'den İshak b. Yesâri rivayet ediyor: "Ben-i Seleme'den birkaç yiğit, Allah Resulü' nün huzuruna varıp İslam'la müşerref oldular.
Kabilelerine döndükleri zaman bir kimse gidip dönenler arasındaki oğluna hitap etti: 'O zatın kelâmından işittiğini bana naklet.' Oğlu, Fatiha Suresi'ni okumaya başladı. Babası haykırdı: 'Bu ne güzel, ne üstün, ne yüce kelâm! Her sözü böyle midir?' Oğlu cevap verdi: Bundan daha güzelleri var."
Muhammed b. Kaab anlatıyor: "Utbe, Kureyşlilerle meşveret etti ve Allah Resulü'nü davasından vazgeçirmek için O'na menfaat teklif etmek fikrini müdafaa etti.
Onlar da bu teklifi uygun bulup, '
Ey Velid'in babası Utbe! Git teklif et, bakalım ne karşılık verir?' dediler.
Utbe, Allah Resulü'nün yanına gitti ve tekliflerini tek tek saydı; Kâinatın Efendisi'ne bir sürü dünya nimeti vaad etti.
Allah'ın Resulü, Utbe'yi sonuna kadar dinledikten sonra sordular: 'Sözün bitti mi, ya Ebâ Velid?' Utbe: 'Evet" deyince, Varlığın Nuru: 'Sen de, Beni dinle!' buyurdular ve Secde Suresi'ni Besmele'den başlayarak okumaya başladılar.
Allah'ın Resulü, secde ayetine kadar okudular ve o esnada secdeye vardılar. Utbe'ye hitap ettiler: '
İşittin mi, ya Ebâ Velid?' Utbe; 'Evet', dedi.
Allah'ın Resulü; 'İşte sen ve işte O' cevabını verdiler. Velid kalkıp Kureyşlilerin yanına geldi ve dedi ki: Ey Kureyşliler, ben, O'ndan öyle bir kelâm işittim ki, ömrümde mislini duymadım. Şiir değil, sihir değil, kehanet değil! Bu zatı kendi haline bırakın ve O'na dokunmayın! Bana, Kur'an okudu ve Âd ve Semûd'un başlarına gelen belâ ve musibete dair korkutucu ayete sıra gelince ben, başımıza bir felâket gelmesinden korktum. Bilirsiniz ki, O yalan söylemez. Dikkat edin ve başımıza bir şey gelmesin."
Velid b. Mugire, belâgat ve fesahatte Kureyş'in başıydı. Bir gün Allah'ın Resulü'ne dedi ki: "
Bana biraz Kur'an oku!"
Allah'ın Resulü, Allah'ın adalet ve ihsan emrettiği ayeti okudular. Velid bir kere daha okutarak, "Vallahi, bu kelâmın başka bir halâvet ve lezzeti var" demekten kendini alamadı ve Kureyşlilere şöyle hitap etti:
"Aranızda şiir dünyasını benden iyi bilen yoktur. O'nun okuduğu kelâm ne şiirde, ne sihirde, ne kehanet dilinde bulunabilir. Bambaşka bir güzelliği var. O, bütün çeşitlerini aşar; kimse O'nunkini aşamaz."
Bütün bu hadiseler, Kur'an-ı Kerim'in bir İlâhî kelâm olduğuna en büyük delildir. Bu İlâhî kelâm da, ancak ve ancak bir peygamberle indirilmiştir. Bu yönden de Allah Resulü'nün nübüvvetine delil olmuştur.
Hatta müşrikler, Kur'an'ın belâgatiyle başa çıkamayınca; acziyetlerini ortaya koyarak Allah'ın Resulü'ne, Kur'an'dan başka bir kitap getirmesini; onda inanmayacakları şeylerin olmamasını, yani ölümden sonra tekrar dirilip hesap verme gibi noktaların bulunmamasını ve putlara taarruz edilmemesini teklif ettiler.
Ve dediler ki: "Yahut Kur'an'dan bunları çıkar ve yerine başkalarını koy!"
Allah'ın Resulü buyurdular: "Ben, bu işi kendimden yapmıyorum. Bana ne vahyediliyorsa onları bildiriyorum."
Bu hususta inen ayet mealen şöyledir:"
De ki: Eğer Allah, Kur'an'ın gayrını dileseydi Ben, size onu okumazdım. Allah, Benim lisanımla emirlerini size bildirmezdi."
Allah Resulü'nün, Kur'an'dan gayrı mucizeleri madde ve mana olarak bütün varlık âlemine şamildi.
Göktaşları atılıp, şeytanların işitmekten alıkonulmaları, taş ve ağaçların kendilerine selam verip, peygamberliklerine şahadet etmeleri, mescitte dayandıkları hurma kütüğünün ağlaması, mübarek parmaklarından su boşanması, Ay'ın ikiye bölünmesi, çıkan gözün bir temaslarıyla yerine oturtulması, hayvanların nutka gelmesi ve Âdem Peygamber'den beri gelen nurun alınlarında karar kılması gibi….
mucizeleri, O'nun bütün varlık âlemine tasarruf ettiğinin misallerini teşkil etmektedir.
Hâl böyle olunca; insan, Kâinatın Efendisi'ni ne kadar vasfetse, geriye vasfedilenlerden fazlası kalır."