Prof. Dr.
Haydar Baş'ın gazetemizde 13.01.2002 tarihli yayımlanan yazısıdır
Bilindiği gibi Kıbrıs, AB yolunda Türkiye'nin önüne konulan ve "çözümlenmesi" istenen belli başlı birkaç meseleden bir tanesidir. AB'nin çözümden kastı ise Güney Kıbrıs'ın adanın tek hakimi ve temsilcisi olarak birliğe dahil edilmesidir. Nitekim G. Kıbrıs Rum Kesimi'nin 2004 yılında AB'ye girmesine kesin gözüyle bakılmaktadır. Bu durumda adadaki Türk varlığı hiçe sayılmış olacaktır.
Helsinki Sözleşmesiyle başlayan ve "Türklerin Kıbrıs'taki varlığını ve hakkını ortadan kaldırmak" maksadına yönelik süreçte KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş'ın da daha ılımlı bir tablo çizdiğini görüyoruz. Denktaş ile Rum Yönetimi lideri Klerides son bir ay içinde 4 kez bir araya gelmiştir.
29 Aralık'ta G. Kıbrıs'ta Klerides'in evinde gerçekleştirilen görüşmeye birkaç Rum gazeteci ilgi gösterirken, Türk gazetecilerin sayısının bir hayli kalabalık olduğu dikkatlerden kaçmamıştır. Dikkatlerden kaçmayan bir başka husus da Denktaş'ın görüşmeye sivil plakalı bir arabayla gelmesi, resmî aracını kullanmamasıdır.
Öte yandan görüşmeler esnasında, Rum Kesimi tarafından ısrarla bir propaganda malzemesi olarak kullanılan kayıplar meselesi de gündeme gelmiştir.
Rum kayıplar meselesi (Ki Türk tarafının da tamamı sivil 800'ün üzerinde kaybı vardır.) "Türkler adada Rumları katletti" senaryosunu canlı tutabilmek için Rum tarafının gündemden düşürmediği bir iddiadır. Bu asılsız iddia üzerinde konuşmak bile yersizdir.
Asıl üzerinde konuşulması gereken Avrupa'nın meseleye yaklaşımı ve Türk tarafını köşeye sıkıştırma gayretidir. Sn. Hüseyin Mümtaz'ın 10 Ocak 2002 tarihli yazısında yer aldığına göre Verhaugen "Kıbrıs'ın AB'ye girecek ilk adaylar arasında olacağından şüphe duymadık. Durum gerektirirse Rum Kesimi tek başına AB'ye girebilir" demiştir.
Demek ki Kıbrıs, AB'nin olmazsa olmaz şartlarından biridir. Meseleleri bu boyutlarıyla gerçekçi olarak önümüze koyup, 74'te verdiğimiz 5 bin şehidi de hesaba katarak Kıbrıs konusunda politik değil, millî çıkarlara uygun kararlar vermek ve bu doğrultuda adımlar atmak lâzımdır. Zira Kıbrıs meselesinde gelinen süreç bunu gerektirmektedir.
Kıbrıs
Prof. Dr. Haydar Baş'ın gazetemizde 18.11.2011 tarihli yayımlanan yazısıdır
1974 yılında yapılan Barış Harekatı neticesinde 15 Kasım 1983 yılında bağımsızlığını kazanan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, kuruluşunun 28. yılını törenlerle kutladı.
Kıbrıs'ın bağımsız bir devlet olmasını kutlayan devlet erkanı, bir yandan da BM gözetiminde Rumlarla devam eden görüşmelere katılıyor. Eğer görüşmeler Batının istediği gibi neticelenirse on binlerce şehit vererek kazandığımız bu vatan parçası bugün masa başı oyunlarıyla elimizden çıkmak üzeredir.
Bilindiği gibi Kıbrıs Rum kesiminin arkasında Yunanistan vardır. Rum kesiminin adanın tek temsilcisi olarak AB üyeliğine dahil edilmesi de arkasındaki bu devletin kulisleriyle gerçekleşmiştir.
Ancak Kıbrıs Türk'ü ve Kıbrıs Türk devleti garantör Türkiye'den gereken desteği görmemektedir. Ocak ayına kadar netice alınması beklenen müzakerelerde anlaşma sağlanırsa, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti bağımsızlığını kaybedecek ve federatif yapıya dahil olacaktır. Bu konuda Türk hükümeti adına açıklamalarda bulunan Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay da, "Biz federal Kıbrıs'ı destekliyoruz" ifadesini kullanmıştır.
Eğer Türkiye Kıbrıs'a gereken maddi ve manevi desteği vermiş olsa idi, Kıbrıslı bugün önüne konan şartları elinin tersi ile atardı. Hatırlanacaktır, AB'ye giriş oylamasında "Eğer KKTC evet oyu kullanırsa onun tanınacağı" vaad edilmiş ve halk bu vaadin ardından neticelerini düşünmeden "evet" oyunu atmıştı. Yani Kıbrıs Türk devleti 28 yıldır uluslararası arenada kendisine prestij sağlayabilecek bir imkanın peşindedir.
Bu ana kadar garantör Türkiye'nin bu yönde bir gayreti görülmemiştir. Tam tersine bağımsızlığını kaybedeceği müzakereler desteklenmektedir.
Kıbrıs Türkiye için Akdeniz'den gelecek bir tehdide karşı da güvencedir.
Aslında Türkiye'de yeni Anayasa değişiklikleri ile federatif yapının önünü açmaya hazırlanan Türk hükümetinin, Kıbrıs için de aynı mantıkla düşünmesi şaşırtıcı değildir.
Kıbrıs'taki şartlar ve Türkiye'deki Anayasa hazırlıkları için hükümetten beklenen birlik ve beraberliği muhafaza edebilecek bir çizgi takip etmesidir.