Prof. Dr. Haydar Baş'ın İcmal Dergisi Ekim 2012 tarihli yazısıdır.
İhsan, "Cibril Hadisi" olarak bilinen hadis-i şerifte Allah'ın Sevgilisi (s.a.v.) tarafından, "Allah'ı görüyormuşçasına ibadet etmek" şeklinde tarif edilmiştir.
Buradan hareketle İslam âlimleri bu sahanın maneviyatla ilgili olduğu¬nu beyan ederler. Yani, ubudiyetle elde edilen maneviyat ve Cenab-ı Hakka yakınlık, ihsan çerçevesinde ele alınır.
Bu konuyu biraz daha derinleştirmek gerekirse; kula emredilen ibadetlerin ifası sayesinde Allah'ın tecellileri o kulun kalbini süsler, donatır. "Malayani" olarak bilinen şeyler kalbi terk eder. Ki bunlara "mâsiva" da denir.
Dünya ile ilgili olan her şey kalb âleminden çıkar gider. Sonra orası tecelligâh-ı Hak olur. Allah'ın tecelli ettiği bir âlem olur. Zaten Cenab-ı Hak, "Ben kuluma şah damarından daha yakınım" demiyor mu? İşte bu hal bu sözün gerçekleşmesidir.
Allah her halde kulunu görüyor. Ama kul O'nu göremiyor. İşte kulun, Allah'ın, onu gördüğünü bilerek, ibadet etmesi ve yakin halini yaşamasıdır ihsan.
Buraya gelmek için mutlaka iki şartı; imanı ve İslam'ı, bütün şartlarıyla yerine getirmek lazım. Eğer bu iki şart yerine getirilmezse ihsan haline erişmek mümkün değildir. Bunu biraz açalım.
İhsan sahibi olabilmek için İslam'ın şartlarını harfiyyen uygulamak gerekir. Tabii ki mükellefiyet neyse, o kadar.
Mesela, mal ile yapılan ibadetler var; bir kulun imkanı yoksa Allah onu sorumlu tutmuyor. Mesela zekat ve hac.
Bunlar hem mal ile hem bedenen yapılan ibadetlerdir. Dolayısıyla kul, iktidarı nispetinde yapabildiklerini terk ederse, ihsandan bahsetmesi yalancılıktan başka bir şey değildir.
"Bunu nereden çıkardınız?" diye sorulursa, biz de deriz ki; "Yapmadığınız şeyleri niye konuşuyorsunuz?" ayetinden çıkardık. Bu iş propaganda işi değildir, bir nasiptir ayrıca gayret şarttır.
Allah'tan razı olmak
Burada şunu da hatırlatalım: Müslüman'ın ihsan haline gelirken Allah'ın imtihanlarından geçtiğini bilmemiz lazım. Nedir bu imtihanlar? Çiledir, meşakkattir, genişliktir, zenginliktir, rahatlıktır, darlıktır, fakirliktir...
Bunlar kulun inişli-çıkışlı olarak denendiği yerlerdir. Hepsi kader cümlesinden kabul edilir.
Bu zikzaklarla Allah kulunu dener; ihsan mertebesini tam yakalayabilmesi ve o hal ile hallenmesi için...
Çünkü bunun sonunda, "Raziyyeten merziyye." var. Allah'tan razı olmak var. Eğer kul Allah'tan razı olursa, Allah da o kulundan razı olur.
Evvela rıza makamı kuldadır. Cenab-ı Hak'la (hâşâ) kavga edilmez; verdiği her şeye razı olunacak.
Yukarıda saydığımız şeyleri Allah kuluna veriyor; onu bu vesilelerle deniyor. Evet, kul "ben iman ettim" diyor, ibadetlerini de yapıyor ama bu yetmiyor. Bir de kuluna sıkıntı verecek. Kul, Mülkün Sahibinin verdiği sıkıntıya ne derece tahammül edecek?
İşte, ihsan halini yaşamanın sırrı bu sorunun cevabında gizli. "İstemiyorum, niye bunu verdi?" deyip isyan ederse, "Allah'ı görür gibi ibadet ediyorum" sözü sadece lafta kalır.
Bu nedenle, kul, Rabbi ile barışmalıdır. Rabbi ile barışırsa, herkesle barışır. Bugün bizim sıkıntımız, kulun Allah'tan şikayetçi olmasıdır."
Devam edecek