Prof. Dr.
Haydar Baş'ın gazetemizde 12.07.2012 tarihli yayımlanan yazısıdır
AB'nin geleceği konusunda son dönemde Batı basınında çıkan haberler sanki çok önemli bir gelişmenin öngörüsü olarak yer almaktadır.
ABD'li yatırımcı Soros'un her yorumu olay olmakta, ABD'li ekonomi profesörü Roubini kâhin olarak nitelendirilmektedir.
Oysaki bahsi geçen kişilerin yorumları AB'nin geleceği noktayı tayin değil, geldiği yerin felaketini gösteren itiraflardan başka bir şey değildir.
Bundan bir süre önce Soros, AB ülkelerinin krizden kurtuluş için borçlanma yolunu seçmeleri konusunda fiyasko ile sonuçlanacak yorumunu getirmişti. Ancak kendisi krizin sebebi olan ortak paraya geçişi destekleyen kişidir.
Bugün ise Prof. Roubini, AB ülkelerinin tek tek Euro'dan çıkmaya başlayacağını söylemiştir. Ve bu bir kehanet olarak verilmiştir.
Oysaki bu bizim Euro'ya geçişin ilk gününden beri ifade ettiğimiz ve beklediğimiz bir hakikattir.
Bu konuyu ilk dile getirdiğimiz günlerde bize dudak bükenler şu anda dediklerimizin gerçekleşmeye başladığını Batılıların ağzından duymaya yeni başlamıştır.
Almanya'da gerçekleşen Milli Ekonomi Kongresi'ne Hollanda'dan katılan Prof. Dr. Cornelia Versteegh, AB'nin 15 seneden kısa bir süre içinde dağılacağı öngörümüz hakkında şu itirafta bulunmuştu:
"MEM'de beni en çok çarpan nokta AB'nin 15 seneden kısa bir süre içinde dağılacağı fikri idi. Kitabın tamamını okuyuncaya kadar bu şaşkınlığım devam etti. AB olarak bu kitabı çok iyi okumalıyız."
Bizim "dağılacağına" dair kesin iddiamız, AB'nin, ekonomi kurallarına ters olan ortak para fikrindendir ve bunun izahını tezimizde, MEM'de yapmıştık.
Bu gerçeği ilk gören biz olduk. Yıllardır ifade ediyoruz.
Türkiye'de halkımız veya siyasiler bu tezi gündemlerine almasalar da, 7 uluslararası kongre ile yüzlerce bilim adamı tarafından anlatılan
Milli Ekonomi Modeli, pek çok maddeleri ile yüzlerce ülkede uygulanmaya başlamıştır.
Ve yine 1990'larda dünya henüz deflasyonla tanışmadan gündeme taşıdığımız bir tez daha vardı.
O günlerde gelecek on yıl içinde dünya ekonomilerinde çok ciddi bir pazar problemi yaşanacağını, özellikle hızlı büyüyen ülkelerin gerekli emisyon ayarlamalarını yapmamaları sonucunda deflasyon ile karşılaşacağını ifade etmiştik.
Bu öngörümüzü bizzat Japonya için söylemiştik.
Dediğimiz çıktı ve Japonya deflasyon sürecine girdi. Nominal faizler sıfırlandı, reel faiz oranları pozitif kaldı. Japon hane halkları satın alma güçleri düştüğü ve gelecek endişesi ile harcamalarını daha da kıstılar.
Fiyatlar düştü, stoklar artmaya devam etti. Kapitalist sistem konusundaki yıllar öncesine dayanan bu iddialarımızın doğruluğu bugün yaşanan örneklerle bir bir ispatlanmaktadır.
Eğer bir kehanetten bahsedilerek geleceğe dair bilgiler verilecekse bizim görüşlerimiz birer gelecek analizidir.
Yoksa mevcut durumu tespit mahiyetindeki yorumlar asla ekonomi geleceğine yön verecek doğru yaklaşımlar olamaz.
Türkiye'deki ekonomik gidişat ile ilgili olarak da 2000 yılından sonra kronikleşen ekonomik kriz ve enflasyon ortamından çıkışı IMF ve Dünya Bankası talimatlarında arayanlara yanlış yolda olduklarını ifade ederek şöyle demiştik:
"Mevcut ekonomi politikaları ile enflasyonun düşmesi mümkün değildir. Bu gidişat ile ülkeyi batıracaklar. Çözüm IMF veya Dünya Bankası değil, Milli Ekonomi Modeli'dir."
Gelinen noktada Türk ekonomisi borç batağındadır.
80'li yıllardan beri ifade ettiğimiz, "AB'nin bizi arasına almayacağı" tezi veya 1991 senesindeki ABD'nin Irak çıkarması için "Nihai hedef Türkiye'dir" tezimiz de ilk anda anlaşılamamış hatta bu kadar ileriye dönük bir fikriyat "Bu kadarı da olmaz" şeklinde değerlendirilmişti. Ancak her ikisi de adım adım gerçekleşmektedir.
Öyleyse, olanı ifade etmekten öteye gidemeyen zihinleri bırakarak, Türkiye'nin geleceğine yön verebilecek doğru bakış açısının tercih edilme vakti çoktan gelmiştir.
Hala Türk halkının bu hakikatleri görmezlikten gelmesinin manasını da anlamakta zorluk çekiyoruz.
İlla bu gerçeklerin kabul edilmesi için Hıristiyan Batının bir bireyi mi olmak gerekiyor?