(dünden devam ediyoruz) Hanımlara tefsir dersi veren ilim sahibi bir kadındı aynı zamanda Hz. Zeyneb annemiz...
Hz. Mâsume annemiz de; henüz doğmadan müjdelenmiş, kerametleri ile ünlü mübarek bir anadır. İmam Mûsâ Kâzım'ın kızı, İmam Rıza Efendimizin de kız kardeşidir. Aynı anneden doğmuşlardır.
İmam Sâdık (a.s.) buyurmuştur ki: "Allah'ın bir haremi vardır ki, o Mekke'dir. Resûlullah'ın bir haremi vardır ki o Medine'dir. Emir'ül- Mü'minîn Ali'nin de bir haremi vardır ki o Kûfe'dir. Bizim de bir haremimiz vardır ki, o da Kum beldesidir. Benim evlatlarımdan bir hanım oraya defnedilecektir ki ismi Fâtıma'dır. Kim O'nu ziyaret ederse cennet ona farz olur."
Râvi diyor ki: "İmam Sâdık bu sözü, henüz İmam Kâzım dünyaya gelmeden buyurdular."
Yani bu müjde henüz Hz. Mâsume'nin babası dahi doğmadan verilmiştir.
Yine İmam Ca'fer Efendimiz, Hz. Mâsume'nin doğumu ve Kum şehrinde vefat edeceğine dair şunu söylemiştir: "Adı Mûsâ kızı Fâtıma'dır. O'nun şefaatiyle tüm
Ehl-i Beyt sevenleri cennete girecektir."
Ceddi İmamlar ve Ehl-i Beyt hanımları gibi O da, İslamî ilimlere vâkıftı ve Ehl-i Beyt'in gasp edilen hakları ve fazileti hakkında halkı ikaz etmişti.
Halife Me'mun'un, Hz. Fâtıma Mâsume'nin ağabeyi İmam Rıza'yı, Medine'den Merv şehrine götürmesinden bir yıl geçince Hz. Mâsume de birkaç kardeşinin eşliğinde Medine'den Horasan'a hareket etti.
Yolculuk görünüşte İmam Rıza'yı ziyaret etmek için olsa da gerçek de İmam Rıza'nın velâyetini halka anlatmak için yapılan bir hicretti.
Kendinden nakledilen pek çok hadis vardır
İmam Kâzım'ın kızları Fâtıma Mâsume, Zeyneb ve Ümmü Gülsüm; İmam Sâdık'ın kızı Fâtıma'dan, O da İmam Muhammed Bâkır'ın kızı Fâtıma dan, O da İmam Zeynelâbidin'in kızı Fâtıma dan, O da İmam Hüseyin'in kızları Fâtıma ve Sakine'den, Onlar da Hz. Peygamber'in kızı Fâtıma'nın kızı Ümmü Gülsüm'den, O da annesinden şöyle rivâyet eder:
Hz. Fâtıma Zehra, Hz. Ali'nin hilafetini gasp edenlere şöyle seslendi:
"Siz, Allah Resûlü'nün Gadir- i Hum'da söylediği, 'Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır' sözlerini ve 'Ey Ali! Senin, Bana yakınlığın Harun'un Mûsâ'ya yakınlığı gibidir' sözlerini duymadınız mı?"
Hz. Fâtıma Mâsume'nin türbesinde temiz bir kalple yapılan duaların kabul olduğu ve özellikle hastaların şifa bulduğu kerâmetleri meşhurdur.
Üstelik kötürümlerin yürüyerek türbeyi terk ettiği, ağır derecedeki sinir hastalarının gayet sağlıklı olarak ayrıldığı olaylar türbenin yetkililerince defter kaydı tutulacak kadar çoktur ve bu kerâmetler geçmişte değil, günümüzde dahi görülmektedir.
O kerametlerden birkaçını verelim:
2002 senesinde bir Cuma günü sabah saat 9:30'da Kum şehrinin yerel televizyonunda Harem-i Şerif'in sorumlu müdürü bir konuşma yapmaktadır:
"On beş gün önce Türkçe konuşan birkaç kişi ofisime geldi. On beş yaşında genç bir kız ve orta yaşlı bir anne karşıma geçip başlarından geçenleri anlatmaya başladılar.
Anne, Bu benim kızım. Bir yıldır psikolojik rahatsızlığı vardı. Doğal davranmıyordu' dedi.
'Belgeniz var mı?' diye sordum.
İçerisinde film, reçete ve tahlil belgeleriyle birlikte doktor raporlarının olduğu bir dosya sundu. Hepsi, kızın ciddi mânâda ruhsal sorunu olduğunu gösteriyordu.
Anne şöyle anlattı: 'Kızım bir gece uykusundan uyanarak, beni Kum'a götür, dedi. Biz, Zencan'a bağlı bir köyde yaşıyoruz. Kızım, yol masraflarını karşılayacak paramız yok, dedim. Kızım, o halde küpelerimi satın, dedi ve bu para ile geldik.
Türbeye yaklaşıp Hz. Mâsume'ye tevessül ettim. Bir yandan ağıtlar okuyor, bir yandan ağlıyor, bir yandan da kızımın şifa bulmasını diliyordum. Kızım da ağlıyor, ağlarken dahi hastalığı yüzünden belli oluyordu.
Ansızın kızımın bağırdığını duydum.
Kızım, burada on-on iki erkek gördüm; bana kalk diyorlardı. Ben de onlara kalkamam, diyordum.
Bir süre sonra eski haline geri döndü ve sonra tekrar bağırdı; iyileştim, dedi.
Nedenini sorduğumda, o adamlar tekrar bana gelerek, bir hanımefendi gelecek ve sen onun eliyle şifa bulacaksın, deyip gittiler. Çok geçmeden hanımefendi geldi. Bana kalk diye buyurdu. Yapamam dedim. Bunun üzerine, sen artık hasta değilsin, dedi.
Ben bir yıldır hiçbir şeyi anlamıyordum, şimdi her şeyi anlıyorum.'
Ben, 'Geçici bir durum olabilir, bir hafta sonra tekrar gelin' diyerek onları yolcu ettim.
Bir hafta sonra Zencan'dan döndüler. Hasta olan kız, 'Şifa bulduğum andan itibaren daha iyi oldum, hiçbir rahatsızlığım kalmadı' dedi.
Şaban ayının 15. günüydü. (İmam Mehdî'nin (a.s.) doğum günü) 15 Şaban bayramı kutlanıyordu."
Felçli hasta iyileşmesini şöyle anlattı: "... Böylesi buruk duygularla İmam Rıza'nın Harem'ine gittim. Hüzünlü bir kalple son sözümü dile getirerek şöyle dedim:
'Efendim! Siz Müslüman olmayanlara dahi inâyet ediyorsunuz. Niçin Şii olan, sizin feyz ve kerâmetinize sarılan benim gibi birine teveccüh etmiyorsunuz? Efendim ya cevabını verirsiniz ya da kız kardeşiniz Hz. Mâsume'nin türbesine gider, sizi şikâyet eder ve O'nu vasıta ederim' dedim.
O akşam rüyamda Hz. Mâsume'yi gördüm. Bana, 'Kum'a gel, hastalığına şifa vereceğim' diyordu.
Birkaç gün geçti. Yine Hz. Mâsume'yi rüyamda gördüm. 'Niçin Kum'a gelmiyorsun?' diyordu.
Sonunda Hz. Mâsume'nin Harem'ine vardım. Ziyaretten sonra yorgunluktan uyuyakalmışım. Rüyamda yine Hz. Mâsume'yi gördüm. Siyah bir çarşaf giymişti. Yüzünde de yeşil bir peçe vardı.
'Hoş geldin oğlum. Şimdi sözüme vefa ediyorum. Artık kalkabilirsin' dedi. 'Yapamam' dedim. Elindeki bardağı uzatarak, 'Al şu bardaktaki çayı iç ve kalk' dedi. Dediğini yaptım.
Uyandığımda ayakta durabileceğimi hissettim. Ayaklarımı yere basarak türbesine vardım ve olanca gücümle bağırdım: Baba! Hz. Mâsume bana şifa verdi."
Cenab-ı Hakk'ın, "ey Ehl-i Beyt! Allah sizden sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor" (Ahzab, 33) mealinde övdüğü pâk nesil; şifaya, berekete, şefaate vesiledir.
Salât ve selam sevilmiş ve seçilmiş Hz. Muhammed Mustafa'ya ve O'nun Ehl-i Beyt'ine olsun.
Allah şefaatlerinden ayırmasın. (Prof. Dr.
Haydar Baş İcmal dergisi Ağustos 2019