Öte yandan soğuk harp döneminin bitip komünizmin yıkılmasıyla dünya tek kutuplu hale gelmiş ve "yeni dünya düzeni" arayışları başlamıştır.
Tek kutuplu dünyaya hükmetmek mevkiinde olan güçler bakımından bu aranan yenidünya düzeninde dengeleri oturtmak için dünyadaki siyasi askeri ve ekonomik güçlerin karşısına alternatif bir tehlike belirlemek (koymak) icab ediyordu.
Bu alternatif güç yahut tehlike, (maalesef) İslam ve İslam coğrafyası olarak seçilmiştir. Bu sebeple İslam'ı terörle, Müslüman'ı ise terörist veya Fundamentalist olarak tanımlama hastalığı dünya barışı adına büyük bir talihsizlik olmuştur.
İşin daha vahimi, ittifak eden ehl-i kitap bu yeni hoşgörü ve diyalog döneminde ABD, AB, BM ve NATO gibi siyasi ve askeri kuruluşları ve uluslararası büyük sermaye çevrelerini de arkalarına alarak İslam coğrafyasına, İslam kültür ve medeniyetine, yeraltı ve yerüstü zenginliklerine ve doğal kaynaklarına göz dikmişlerdir.
Dünyada cereyan eden olaylara sıhhatli teşhis ve tespit koyabilmek için bu gerçeklerin bilinmesi zaruridir.
Ortadoğu olayları, Körfez Savaşı ve sonuçları, Ortadoğu'daki terör olayları, Balkanlardaki etnik arındırma plan ve projeleri, Kafkaslardaki bölgesel çatışmalar, hep bu genel plan ve programın tezahürüdür.
Odak nokta Türkiye
Siyasi, askeri ve ekonomik güçleri arkasına alan Yahudi- Hıristiyan ittifakı, bir takım uluslararası organizelere girişmişlerdir. Bu büyük organizeler çerçevesinde önemli olan "Moon Tarikatı" ve "Papalık Konseyi"nin faaliyetlerini örnek olarak zikredebiliriz.
Uluslararası planda yoğunluk kazanan bu faaliyetlerin en yoğun ve de uzun vadeli hesapların yapıldığı bölge Ortadoğu'dur. Ortadoğu'da da bir nevi pilot bölge seçilen, odak noktası hükmündeki bölge Türkiye'dir.
Zira Türkiye, jeopolitik konumu itibariyle dünyanın en önemli bölgesinde bulunmaktadır. Tarihi mirası, siyasi, ekonomik ve hukuki ilişki ve sorunların girift olduğu bir platformda bulunması, uluslararası güçlerin dikkatini her zaman olduğu gibi daha fazlasıyla bugün Türkiye üzerine çekmiştir.
Öte yandan doğu-batı kültürü ve medeniyetinin hem birleştiği hem de ayrıldığı bir noktada bulunan Türkiye, asırlardır üzerine hesap yapan düşmanlarının bugün de objektifi altında bulunmaktadır.
Bu yüzden ülkemiz üzerindeki oyunların ardı arkası kesilmemektedir. 12 Eylül 1980 öncesi sağ-sol adı altında anlamsız çatışmaların alanı haline gelen Türkiye, beş binin üzerinde gencecik evladını toprağa gömmüştür.
Daha sonra ve bugün, etnik ve bölgesel sorunlar bahane edilerek ve millet birbirine düşürülerek ülkemiz içten çökertilmek istenmektedir. İnanç ayrımı yapılmış, laik Müslüman çatışması tezgahlanmış, mezhep ayrımı körüklenmiş, Alevi-Sünni kavgası oluşturulmaya çalışılmış, etnik ayrımcılık yapılmış, Türk-Kürt gibi ırki unsurlar kullanılmak istenmiştir. Halen çeşitli iç ve dış oyunlar sürdürülmektedir.
Bu oyunların bir kısmı iç, birçoğu da dış kaynaklıdır. Fakat ne gariptir ki bütün oyunların hedef tahtası Müslüman milletimiz inancı ve temiz saf insanımız olmuştur.
Zaman zaman suni olarak planlı bir şekilde ortay atılan irtica yaygaraları, halkla basını, insanımızla siyasileri karşı karşıya getirmiş; bir güvensizlik doğmuştur. Bu güvensizlik, iç barış ve kardeşliğe, birlik ve beraberliğe ciddi zarar vermektedir.
Bu ise ülkemizin bütünlüğüne, devletin güçlenmesine zarar vermektedir. Hala ülkemizde siyasilerle halk, basınla halk, aydınlarla halk barışık değildir. Bu hal iç istikrara kalkınmaya ve güçlenmeye menfi etki yapmakta, fren görevi görmektedir.
Tarihin bu asil milleti bunca devlet deneyimine ve kültür mirasına sahip olarak kısa zamanda istenen ve beklenen teknolojik ilerlemeyi, bilgi birikimini gerçekleştirebilir.
Terakki ve kalkınma maddi anlamda rahat gerçekleştirilebilir. Medeniyet ve kültür sahasında zaten bu millet, bütün dünyaya örnek teşkil edecek bir asalet ve zenginliğe sahiptir. Bu manada batıdan alacak hiçbir şeyi bulunmamaktadır. (Prof. Dr.
Haydar Baş İcaml dergisi)