Prof. Dr.
Haydar Baş'ın gazetemizde 03.12.2012 tarihli yayımlanan yazısıdır
Bir TV ekranında yaptığı çarpık açıklamalar ile ilahiyatçı bazı arkadaşların dikkatini çeken profesör kardeşimizin "vesileyi reddetmesi, evliyayı ve kerameti inkarı" bendenize soruldu. "Kul ile Allah arasına kimse giremez" diyen bu profesörün izahlarının doğruluğu hakkında fikir beyan etmem istendi.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, bir kişinin TV ekranlarına çıkarak "Vesile yoktur, Allah ile kul arasına kimse giremez" demesi, ayetlerle sabit ve Hz. Peygamberin hayatında örnekleri olan bir konu olması sebebiyle hiçbir hüküm ifade etmez.
Cenab-ı Hak, Bedir'de Peygamber ordusuna melekleri vasıtası ile yardım etmiştir. Bu hususta şöyle buyurur: "O vakit Rabbinizden yardım ve zafer istiyordunuz da O size; gerçekten Ben arka arkaya bin melaike ile imdat ediyorum" diye duanızı kabul buyurmuştu. (Enfal, 8-9)
"Allah size bu yardımı sırf bir müjde olsun ve bununla kalpleriniz korkudan yatışsın diye yapmıştı. Yoksa zafer ancak Allah'ın katındandır…" (Âl-i İmran, 125-126)
Kulların hayır ve şerrini tespit eden Allah'tır. Bu işe de "kiramen katibin"i vesile kılmıştır. "Kulların üstünde galip gelen O' dur ve üzerinize amellerinizi yazan hafeze melekleri gönderir…" (Enam, 61)
Cenab-ı Hak, sebepleri halketmiştir. O'na vuslat da ancak sebeplere tevessül ile mümkündür. Peygamberimiz (sav) dahi, Mirac'da Cenab-ı Hak ile görüşmeden evvel Sidre-i Münteha'ya kadar Hz. Cebrail ile gitmiştir.
Oradan öteye Refref ile seyrine devam etmiştir. Hz. Musa ilm-i ledün'ü öğrenmek istediği zaman ona muallim olarak Hz. Hızır (as) tayin edildi. Bu hususta Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: "Nihayet kullarımızdan bir kul (olan Hızır'ı) buldular ki, Biz, ona katımızdan bir vahy vermiş ve etrafımızdan bir ilim öğretmiştik. Musa Hızır'a: Sana öğretilen ilimden Bana öğretmek şartı ile sana uyayım mı? dedi." (Kehf, 65-66)
Sahabe -i Kiram, sadece Resululllah'ın (sav) şahsı şahanelerini vesile ittihaz etmekle kalmamış; O'nun elbisesinden yırtılan parçayı, vücudundan ayrılan kılı, ağzından çıkan tükürüğü, su içtiği kabı, su içtiğinde arta kalan suyu… dahi irşad, hidayet ve kemalat yolunda ilerlemeye vasıta kabul etmiştir: Buhari de, "Resul -ü Ekrem'in mübarek saçı ile teberrük" bahsinde şöyle demektedir: "Ahmed bin Hanbel'in Müsned'in de İbn -i Şirin'den rivayetine göre: Ubeydetü's-Selmani Hazretleri, Resul-ü Kibriya'nın vücud-i mukaddesinden ayrılan bir tüyü, benim nazarımda yer yüzünde mekşuf olan ve yer altında medfun bulunan bütün altın ve gümüş hazinelerinden daha kıymetlidir" demiştir.
"Bir çok siyer ve tabakat ulemasının bildirdiklerine göre, Halid bin Velid'in serpuşunda Resul -i Ekrem'in birkaç tane mübarek saçından mahfuz idi. Bu cihetle bu seyf-i ilahi ile hangi gavzaya gitse kendisine feth ü zafer müyesser olurdu…" (Aynı eser, c.6, sayfa 160)
Buraya kadar aktardığımız ayetlerden ve sahabenin tavrından şu neticeye geliyoruz: Cenab-ı Hak (cc), sünnetullah gereği, gerek maddi gerekse manevi olayları sebeplerle halk etmektedir ve dünya da irşat, hidayet ve kemalat yolunda ilerlemeye vesile olan peygamberler, nebiler ve onların yolundan giden veliler, insanları Allah'a götürmek ve kul olmalarını sağlamak için vesiledirler.
Her fiile bir sebep halk eden Cenab-ı Hak, insanların irşadı ve hidayeti için de peygamberlerini ve velilerini vesile kılmıştır. Vesileyi inkar bir manada, irşat ve hidayette ilk yetkili olan peygamberlik makamını da inkardır. Maide 35. ayette Allah şöyle buyurur: "Ey insanlar, Allah'tan korkun, O'na (yaklaşmaya) vesile arayın…"
Demek ki, "kul ile Allah arasına kimse giremez" diyenler, ayetle sabit ve yapılması emredilen bir hakikati inkar etmektedirler.
Bu düşünceye sahip olanların düştükleri bir diğer tehlike de, bilmeden feyz ve muhabbeti Cenab-ı Hakk'ın zatına izafe etmeleridir ki, bu suretle kendileri şirke düşmektedirler.
Zira İslam akaidinde mümkünün vücut bulmasında yaratıcı yalnız Cenab-ı Vacıbü'l Vücut'tur. Ancak Cenab-ı Hak, zatını gizlemek kastı ile sebepler silsilesini araya koymuştur.
Allah'tan gayrı maddi ve manevi bütün mevcudat mahluktur.
Maddi sahada olanın vücut bulmasında, Allah'ı zikretmeden ve de inkar etmeden "meyveyi ağaç verir" demek küfrü gerektirmez. Bir şahıs başka bir şahsa "bana şunu ver" dediğinde ihtiyacını Rabbinden istemez de, sebeplere sarıldıktan sonra verenin Rabbi olduğunu bilir.
Manevi sahada da durum aynıdır.Manevi mümkünün varlığında da sebepler silsilesi vardır. Kulun o sebeplere tevessülü, sünnetullahtır. Öyleyse, Cenab-ı Hakk'ın maddi nimetlerinden olan ekmek, para ve mal gibi maddi yaratıkları sahiplerinden istemek, bunları elde etmek için çalışmak, adetullah gereği ise aynen bunun gibi, feyz ve muhabbet ciheti ile şereflenen, zengin olan bir Allah dostundan, şartlara ve edeb kurallarına uygun olarak, yardım istemek de yine adetullah gereğidir.
Tekrar etmek de fayda var, bu yardımı, Allah ile kul arasına kimse giremez diye değerlendirmek, feyzi ve muhabbeti Cenab-ı Hakk'ın zatına izafedir ki, bu kişiyi şirke düşürür. TV ekranlarında fütursuzca ayetleri ve hadisi inkar ederek, kerameti, evliyayı inkar eden bu kişi hakkında geçmişte hiç de iyi olmayan duyumlarımız olmuştu.
Bendeniz "dini ve milli bütünlüğümüze yönelik tehditler" isimli eserimi hazırlarken, lokantada yanıma gelen bir papaz bana, "Ben din değiştirerek papaz oldum. Falan profesör de vaftiz olmuştur. Ancak bunu saklamaktadır" demişti.
Bize göre belki bu kişi papaz olmadı ama bunların etkisinden de kurtulamadı.
Ne diyelim, Allah hidayet versin.