Herhangi bir meslek erbabı TV ekranlarında bir beyin ameliyatı hakkında ahkâm kesemez, zaten kendi de konuşmaya cesaret edemez. Veyahut bir dava hakkında avukat olmayan bir şahsın çıkarak sanıklar hakkında savunma yaptığı bir oturuma kimse rastlayamaz.
Her ne hikmetse, mevzu din olunca herkes hoca kesilir; 'bence' diye başlayan fetvalar verilir, kimse de itiraz etmez.
Esasen bu garabet, Türkiye'de on yıllardır devam eden dinler arası diyalog ve misyonerlik faaliyetlerinin; FETÖ çalışmalarının bir sonucu.
Hadisler ve ayetler hakkında, eğitimi olmadan söz söyleyebilmek, hüküm vermek; olana müdahale etmek sıradanlaştı.
Rönesans ve Reform hareketleri ile Batı'da gördüğümüz hale benzetme gayretleri var İslam dinini?
Ortaçağ'da Avrupa'da, sosyal ve tarihî olaylar hep Tanrı merkezli algılanıyor ve öyle izah ediliyordu. Tahrif edilmiş Hıristiyanlığa göre Hz. İsa insanüstü kimliğe sahip bir ilah konumundaydı.
Kutsal kitap olarak İncil'i anlama, yorumlama yetkisi sadece Kilise'ye aitti.
Rönesans'la beraber, Aydınlanma Çağı denilen bir dönem başlamış; Kilise'nin yerini, merkezinde insanın ve aklın yer aldığı, Kilise'nin yoğun baskılarına tepki olarak doğan yeni fikirler almıştır.
Bu çağda, dinî dogmalar başta olmak üzere; her şey tartışılmalı, aklın verilerine danışılmalıydı.
Batı, aklın ve inancın arasındaki çelişkilerde aklı ön planda tutmuştur.
Tarihselcilik görüşü de bu zamanda ortaya atılmıştı ve vukû bulan hadiselerin sadece o ana ait olarak değerlendirilmesi manasına gelmekteydi.
Yani güncellenme; çağa ayak uydurma, akla uygun hale getirme, Rönesans döneminden kalma ve Kilise'yi reddeden zihniyetin ürünüdür.
Hatta Hıristiyan dünya İznik Konsili'nde binlerle ifade edilen İncil'i, akla uygun olanlarını seçerek dörde indirmiştir.
Oysa ki İslam dini, Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi tahrif edilmemiştir.
Cenab-ı Hak, Yahudi ve Hıristiyanların durumunu pek çok ayette anlatır:
"Yahudiler 'Üzeyir Allah'ın oğlu' dediler. Hıristiyanlar da 'Mesih Allah'ın oğlu' dediler. Bu, onların ağızlarıyla söyledikleri sözleri ki, önceden küfredenlerin sözlerine benzetiyorlar. Allah kahretsin neden saptırıyorlar! Hahamları ve rahipleri Allah'tan başka Rab edindiler" (Tevbe, 30-31).
TV ekranlarında, hukuk konularındaki hükümlerin güncellenmesinden bahsediliyor.
Tarihselcilerin iddialarından olan bu safsata, Kur'an'ın ibadet ve ahlakla ilgili hükümlerinin evrensel, sosyal hayata ait hükümlerin ise tarihsel olduğunu söyler.
Tezlerini destekleyen tek bir ayet veya hadis mevcut olmamasına rağmen, kuru lafla savunma yaparlar.
Bu fikrin ateşli savunucusu Fazlu'r-Rahman, iddialarını geniş bir şekilde sıralamakta ancak tek bir delil dahi getirememektedir. Zira Kur'an; ahlakî hükümler ile sosyal hayata, hukuka, ekonomiye ait hükümleri birbirinden ayırmamıştır.
Yine, Hindistanlı Seyyid Ahmed Han, Kur'an'ın bilhassa sosyal hayata dair hükümlerinin tarihsel olduğunu ısrarla vurgular. Aynı Ahmed Han, Hindistan'ı, İngiltere'nin hayat tarzını ve kültürünü yaşamaya teşvik eden çalışmaları ile bilinir.
Kısaca tarihsellik ve zamana göre güncelleme ile yapılmak istenen; Müslümanları İslamî yaşayıştan uzaklaştırıp, Batı kültürünün değerlerine adapte ederek daha rahat sömürebilmektir.
Emperyalizme karşı oluşu ile bilinen bir siyasinin ekranlardan Fazlu'r-Rahman örneğinden yola çıkarak, İslam'ın hukuk konusunda güncellenmesinden bahsetmesi, bilerek ya da bilmeyerek bu sömürü mantığına hizmetten başka bir şey değildir.
Tarih boyunca İslam üzerine felsefe yapanlar olmuştur. Bunlar hakkında İmam Gazali bakınız ne diyor: "Bir kısım felsefeciler ilahiyatçıdırlar. Eflatun'un hocası Sokrat, Aristo'nun hocası Eflatun ve Artisto'nun kendisi gibi gerek bu felsefecilerin ve gerekse onları takip edenlerin kâfir olduklarını belirtmek gerekir.
Felsefeciler ilahiyat alanında toplam olarak 20 meselede yanılmışlardır. 20 meselenin üçünden dolayı onları kesin olarak kâfir, geri kalan 17'sinden dolayı da bidatçi saymak gerekir." (Tehafüt'ul-Felasife).
Kıyamete kadar bozulmadan devam edecek olan İslam hükümlerinin, Hz. Peygamber'in ve sahabesinin şahsında uygulandığı dönem "Nur Asrı" olarak anılmaktadır. Ve günümüze kadar hangi medeni ve güncel kanun gelirse gelsin, o toplumun benzeri sağlanamamıştır.
İslam'daki ceza hükümlerinin değiştirilmesini isteyenlere gelince?
Öncelikle ifade edelim ki; Cahiliye Dönemi denilen; kumar oynamanın, zinanın, içki içmenin, her türlü ahlaksızlığın olduğu dönemde Arap toplumuna ceza hükümleri gelmemiştir.
Mekke dönemi; cahil ve hakikatlerden uzak insanların önce insanî vasıfları kazanmaları için gerekli ayetleri içerir. İnsanlar bir olan Allah'a çağrılmış, ibadet ve zikir ile kulluk yolunda ilerleme kaydedilmiştir.
Ceza dönemi de insanın kemâlata eriştiği döneme ait kurallardır. Yani Medine döneminde?
Ceza hükümleri ve sosyal hayata dair hükümler, kemâl mertebesine gelmiş ve cezadan anlayarak kendini düzeltebilecek noktaya gelen insanlara indirilmiştir.
Ceza, kızını diri diri toprağa gömen insana değil; mükemmel bir cemiyetin düzenini bozmaya teşebbüs edenlere ikazdı.
Kısaca, İslam'ın ceza hükümleri, bugün de aranılan kâmil insanadır.
Bugün yapılması gereken, "hükümleri güncellemeye" çalışmak değil, onu anlayacak ve hayata geçirecek insanı yetiştirmeye gayret etmektir.