Prof. Dr.
Haydar Baş'ın gazetemizde 24.10.2001 tarihli yayımlanan yazısıdır
II. Dünya Savaşı'ndan sonra, azgelişmiş dünya ülkeleri üretimden ziyade, dış borca dayalı kalkınma modellerini uygulamaya teşvik edildiler.
Dış destekli modeller ve yine dış destekli ekonomik programlar dış borç sarmalını, dış borç sarmalı da her alanda verilen bir takım tavizleri peşinden getirmiştir ki; bu durum azgelişmiş ülkelerin batağa saplanmasına sebep olmuştur.
Bu yöntem, yani "borçlandırarak batırma uygulaması", emperyalist devletler tarafından dünya kaynaklarını ucuz ve kolay bir şekilde elde edebilmek maksadıyla, II. Dünya Savaşı'ndan sonra devreye konmuştur.
20. yüzyılın ilk yarısı, sanayi devrimini tamamlamış ve pazar kaygısı içine düşmüş olan sanayileşmiş devletlerin ekonomik nedenlere dayalı savaşlarıyla geçmiştir. Ancak bu devletler sıcak savaşın mâli yükünü ve getirdiği can kaybını hesap ederek dünyanın yaşadığı ikinci büyük savaştan sonra küreselleşme kavramını uygulamaya koymuşlardır.
Bu sayede dünya kaynaklarını ucuz bir şekilde kendi çıkarları istikametinde yönlendirmeyi başarmışlar, ekonomik nedenlerle yaşanan sıcak savaşlarda verdikleri maddi ve manevi kayıpların da önüne geçmişlerdir.
Küresel güçler bu ekonomik savaştan her zaman kârlı çıkabilmek için küreselleşmenin yine onların kurallarıyla işleyen sistemini de kurdular. Büyük sermaye grupları üretimden ziyade parayla para kazanma metodunu benimsediler.
Zira üretim riskli ve uzun vadeli bir kazanç metodudur. Çoğu devletin bütçesinden, daha fazla paraya sahip olan bu sermaye sahipleri geri kalmış ülkelerin para ve sermaye piyasalarında spekülasyonlarla para kazanma yolunu seçmişlerdir.
Küresel güçler azgelişmiş ülkelerin üretimle kalkınma ve dünya piyasalarında rekabete girme ihtimallerinin önünü kesebilmek için de sermaye akışının hareketliliğinden yararlanarak emek ve kaynakların son derece ucuz olduğu ülkelerde yatırım yapma ve bu malları ürettirme yolunu seçtiler. Böylece azgelişmiş ülkelerin emek ve kaynakları sömürüldüğü gibi üretim yapmalarının da önüne geçilmiş oluyordu.
Ülkemizin durumu
Yabancı sermayenin ve para fonlarının bir ülkeye gelebilmesi için, küresel güçler, uluslararası tahkimi ve IMF ile işbirliğini mutlak bir şart olarak öne sürmektedirler.
Biz de bu global tuzaklardan ülke olarak nasibimizi aldık. IMF programları sayesinde girdiğimiz ekonomik kriz neticesi pek çok işyeri kapanmıştır. Ekonomiden sorumlu bakan sayın Derviş 9 ayda kapanan işyeri sayısının 15 bin olduğunu söylemektedir. Ancak gelişmeler bu rakamın daha yüksek olduğunu göstermektedir.
IMF'nin hararetle tavsiye ettiği serbest kur uygulaması paranın değerini pul seviyesine düşürmüştür.
Yukarıda bahsettiğimiz, gelişmekte olan ülkelerin döviz piyasalarında spekülasyon yaparak para kazanan büyük sermaye sahipleri borsa oyunlarıyla dövize olan talebin artmasına ve dövizin spekülatif bir şekilde değer kazanmasına sebep olmaktadırlar. Bu, onların para kazanma ve azgelişmiş ülkeleri sömürme yöntemidir.
Dalgalı kur uygulaması da bu yöntemin ekmeğine yağ sürmektedir. Neticede
Merkez Bankası'nın döviz rezervleri erime noktasına gelmiştir. Bu durumdan en büyük zararı da devlet görmektedir.
Bu itibarla milli ekonomi modeli küresel sömürü ağının hakim olduğu günümüz dünyasında yegâne kalkınma modeli olduğu gibi, küresel güçlere karşı verilen ekonomik mücadelenin de adıdır.