Prof. Dr. Haydar Baş'ın Yeni Mesaj gazetesinde 16.03.2018 tarihli yayımlanan yazısıdır.
Yeni rakamlara göre cari açık, Mayıs 2014'ten bu yana
en yüksek seviyeye ulaşmış durumda. Ocak ayı dış ticaret açığı 9.06 milyar dolara baliğ oldu.
Veriler, 2018'in Ocak ayında ithalatımızda 3.6 milyar dolarla enerji ürünleri ithalatının ilk sırada; 2.3. milyar dolarla altın ve diğer kıymetli madenler ithalatının ikinci sırada yer aldığını gösteriyor.
Tarımda ve sanayide üretim aşamasında ithal ürün payı çok fazla. Kısaca üretimi bırakan Türkiye, tam bir açık pazara dönüştürüldü.
Köşe yazarları, tedbirler alarak kötü başlayan 2018'in düzeltilebileceği yorumlarına yer veriyorlar.
Kapitalizmin kuralları ile biten Türk ekonomisini diriltmenin yolu yine kapitalizmde aranamaz.
Bugün gerek
Türk ekonomisinin, gerekse dünyadaki kapitalist baskının halli sadece bendenize ait
Milli Ekonomi Modeli'ndedir.
Ne enteresan; ithalatta ilk sırada enerji ithalatı var, ikinci sırada dünya altın rezervinde ikinci sırada yer almamıza rağmen altın ithalatımız var.
İthalatın başında yer alan enerji kalemine bakalım.
Güneş enerjisi, nükleer enerji, rüzgâr enerjisi, jeotermal enerji, biomas enerji, akıntı enerjisi, dalga enerjisi ve yakıt hücreleri ile hiçbir ithalata gerek olmadan, hatta dışarıya enerji ihraç edecek zenginliğe sahip olduğumuzu modelde izah ediyoruz.
İkinci ithalat başlığı da altın ve değerli madenler?
Milli Ekonomi Modeli'nde Türkiye'nin 3 katrilyon dolarlık yeraltı ve yerüstü kaynağı bulunduğunu belgeleri ile ortaya koyduk. Oysa bu madenler, yerli ortakları da olan yabancı şirketlere altın madeni ruhsatı verilerek nerede ise hibe edilmiştir.
Koza Grubu, Çalık Grubu, Alacer Gold, Ariana, Eldorado Gold firmasına ait Tüprag Madencilik, Odyssey, Stratex, Teck Cominco, Sandstrom Gold, Galata Madencilik, Doğu Truva, Çanakkale Madencilik gibi şirketler bugün altın rezervlerini çıkarmaktadır.
Türkiye, bor madeninde dünyada rezerv birincisidir. Bir ucu Suudi Arabistan'a diğer ucu Mardin'e uzanan 2500 metre aşağıda yer alan bir petrol denizine sahibiz. Ama hazine üzerinde oturan dilenci gibi hareket eden bir devlet politikamız var.
Biz, yeraltındaki madenlerin tespit davası ile miktarını ve ederini belirledikten sonra, bunları teminat göstererek emisyonu genişletmeyi öneriyoruz. Elde edilen para, tüm maden ruhsatlarını geri almaya yetecektir.
Maliye Bakanı Naci Ağbal, "Şubat ayında bütçe gelirleri
61 milyar TL, giderleri
62.9 milyar TL olurken; bütçe 1.9 milyar lira açık verdi" açıklamasında bulundu.
Devletin en önemli gelir kalemleri arasında yer alan kamu kuruluşlarının satılmasına değinmeden geçemeyeceğiz.
Bakan Ağbal'ın beyanı ile 2003-2018 döneminde 101 kuruluş, 10 liman, 90 elektrik santrali, 37 maden sahası özelleştirildi. Devletin gelir kaynakları olan kâr getiren kurumlar özelleştirilirken; kapitalizmin gereği elinde sadece vergiler ve cezalar kalmıştır.
Kısaca fatura yine ve sadece millete çıkacaktır.
Özelleştirmeler kapitalizmin gereğidir ve maksat ülke kaynaklarının yabancılara ederinden az meblağlar karşılığında sunulmasıdır. Gelinen noktada Türkiye aynı oyuna getirilmiş, kâr elde eden kurumlar devlet iradesi eli ile özelleştirilmiş ve tek gelir kalemi olarak vergiler kalmıştır. Oysa devletlerin, devlet tüzel kişiliğinden kaynaklanan farklı gelirleri söz konusudur. Bunların devreye konulması ile sabit akarlar elde edilebilir.
Milli Ekonomi Modeli'nde geniş şekilde izah ettiğimiz gibi, devletlerin gelir kaynakları senyoraj, yeraltı kaynaklarının işletilmesi ve vergilerdir.
Türkiye belli bir büyüme oranına sahip olmasına rağmen piyasada bulunması gereken yerli parayı piyasalara sürememektedir. Denilebilir ki, ülkemiz 40 yıldır para basma hakkından feragat etmiştir. Bunun yerine dışarıdan faizle alınan borç para ile Merkez Bankamız yükümlülüğünü yerine getirmeye çalışmaktadır.
Şu ana kadar devlet olarak emisyonumuzu devreye koymuş olsaydık, bugün yekûnu yüzlerce milyar dolar olan borç yükü ile karşı karşıya kalmazdık.
Kendi paramızı basmak yerine yabancı ülkenin parasını emisyonumuzun yerine piyasaya sürmek, gelirlerimizi bu ülkelere
İHRAÇ ETMEKTİR.
Milli Ekonomi Modeli'nde devletin en önemli kaynağı; gayrı safi milli hâsılanın belli bir oranında para basmak, yani senyorajı devreye koymaktır.
Yine yeraltı kaynaklarının işletilmesinden doğacak gelir de devletin sabit akarlarından olacaktır.
Alınacak vergiler de elbette ki devletlerin gelir kalemidir. Ancak her gelir kesiminden aynı oranda vergi almak, sosyal devlet anlayışına aykırıdır. Devlet, geliri belli bir miktarın altındakilerden vergi almamalıdır. Bu kesimden vergi almamak devletin gelirini azaltmamakta, tam tersine arttırmaktadır.
Bunu örnekleyelim: Yıllık kârı 20 milyar olan bir bireyden alacak olduğumuz 8 milyarlık vergiyi almadığımız takdirde, bu 8 milyarlık para tüketim olarak piyasaya girecek ve elden ele dolaşacaktır.
Bunun ülkemiz şartlarında yılda 16 kez el değiştirdiğini düşünürsek, bu meblağda bir para vergi olarak alınmadığı takdirde ortaya çıkacak artı tüketim miktarı 128 milyar olacaktır.
Buna mukabil bir üretim artışı olacağı göz önüne alındığında, bu yeni üretim artışından alınacak vergi miktarı bizim başta almadığımız 8 milyardan en az 4 kat daha fazla olacaktır. Yani dar gelirliden alınmayan vergi, devletin topladığı vergi miktarını azaltmayacaktır.
Geliri belli bir meblağın altındaki kesimi sadece vergi muafiyeti ile değil, sosyal devlet projeleri ile de destekleyeceğiz. Bu sayede dar gelirli ekonomiyi ayağa kaldıran bir kaldıraç vazifesi de görecektir.
Bunların hayata geçirilmesinin tüm detayları da tezimizde yer almaktadır. Ve bu model uygulanmadan devletin gelir kalemlerinin gider kalemlerini geçmesine imkân bulunmamaktadır.
Buna Türk siyasetinin ve Türk milletinin inanarak;
milletin ve devletin menfaatleri için bendenizi iktidara getirmesi şarttır. Aksi takdirde milletin ve devletin batması kaçınılmazdır.