Prof. Dr.
Haydar Baş'ın gazetemizde 03.10.2012 tarihli yayımlanan yazısıdır
Sohbetlerimizde "vesile var mıdır" şeklinde sorularla sıkça karşılaşıyoruz.
İslam akaidinde vesile, hem maddi varlıkların ve hem de manevi varlıkların vücut bulmasında söz konusudur.
Ama vesile konusunu anlayabilmemiz için bazı temel tespitleri yapmak zorundayız. Aksi halde, manevi sahadaki vesileyi ilmi hakikatleri bilmeden reddetmek, manevi varlığa "esas fail" demek, kişiyi küfre düşürecektir.
İslam akaidine göre, mahlûkun vücut bulmasında yaratıcı tek olup, Cenab-ı Vacib'ul Vücut'tur. Esas fail de tek olup, yalnızca Allah'tır.
Allah'tan başka fail aramak ise küfürdür.
Ancak Allah, kendini gizlemek kastı ile araya sebepler silsilesini koymuştur.
Yine, Allah'tan gayri maddi ve manevi var olan her şey yaratılmıştır. Cenab-ı Hakk, maddi ve manevi varlıkların yaratılmasını ise bir takım sebeplere bağlamıştır.
İşte vesile konusundaki sıkıntı da buradaki inceliği anlayamamaktan kaynaklanmaktadır.
Sebeplere sarılmak -haşa- Allah'ı inkar değildir. Ancak yaratılan varlığa "esas fail" demek küfürdür.
Bu tespitlerden sonra maddi sahadaki varlıkların meydana gelmesinde, Allah ı zikretmeden ve de inkâr etmeden; "dünyayı aydınlatan güneştir", "yağmuru yağdıran buluttur" ve "meyveyi ağaç verir" gibi cümleler kullanılması küfrü gerektirmez.
Çünkü bu olayların meydana gelmesinde, dünyayı aydınlatmada güneşi var eden, yağmur için bulutu yaratıp hareket ettiren ve meyvenin oluşmasında ağacı vesile eden Allah'tır. Bu Sünnetullah'tır.
Doğa olaylarında ve maddi varlıkların meydana gelmesinde esas ve tek fail Allah'tır.
Bu bilgi müminin kalbinde daima tasdik halinde mevcut olduğundan, o mümin, vesileyi zikrettiğinde Allah'ı anmış gibi olur.
Aynı durum insan ilişkilerinde de geçerlidir.
Bir kişi arkadaşından, "bana şunu ver" diyerek bir eşya istese, bu talep küfür olmaz. "Rabbim bana şunu ver" diyerek ihtiyacını Rabbinden istemez de, sebeplere sarıldıktan sonra verenin Allah olduğunu bilir.
Sebeplere sarılmak o kadar önemlidir ki, sebepleri devreye koymadan kulun "tevekkül" etmesi yanlıştır.
Buraya kadarki izahlarımızdan çıkan netice; kâinatta fail-i hakiki yalnız Cenab-ı Hakk olmasına rağmen, sebepler silsilesini anmak küfür olmaz.
Maddi sahada mümkün olan vesile manevi sahada da aynen geçerlidir.
Manevi mahlûkatın meydana gelmesinde de yine sebepler silsilesi vardır.
Bu sebeplerin anılması veya kulun sebeplere sarılması asla "esas ve tek faili" inkâr değil, bilakis Sünnetullah'a uymaktır.
Kur'an-ı Kerim'de, vesilelere sarılmak konusunda ikazlar ve örnekler yer almaktadır.
Cenab-ı Hakk, Maide suresinde şöyle emretmiştir: "Ey inananlar, Allah'tan korkun, O'na (yaklaşmaya) vesile arayın." (Maide, 35). Bu emri yerine getirmek ibadettir.
Cehennemde azabın, cennette nimetin bulunduğu hakikatinde, azap ve nimet Allah'tan olmasına rağmen, cennet nimete, Cehennem de azaba vesiledir.
Yine, kulların hayır ve şerrini tespit eden Allah'tır. Bu işe de, Kiramen Katibin meleklerini vesile kılmıştır.
"Kulların üstünde galip O'dur ve üzerinize, amellerinizi yazan 'Hafeze' melekleri gönderir." (Enam, 61).
Allah, Bedir'de Peygamber (SAV) ordusuna melekleri ile yardım etmiştir. Bu hususta, Cenab-ı Hakk, şöyle buyurur: "O vakit Rabbinizden yardım ve zafer istiyordunuz da O size: "gerçekten Ben arka arkaya bin melaike ile imdat ediyorum" diye duanızı kabul buyurmuştu." (Enfal, 9).
Ayetler ile sabittir ki, maddi ve manevi sahada mevcut varlıklar konusunda vesileye sarılmak haktır, Sünnetullahtır.
Cenab-ı Hakk, maddi ve manevi işleri sebeplerle halk ederken, kulların kendine ulaşmasında maddi ve manevi vesileler araya koymuş mudur?
Bu soruyu da yarın cevaplayacağız.