Prof. Dr. Haydar Baş'ın İcmal Dergisi Eylül 2013 tarihli yazısıdır.
Ebedi hayatı garantiye almanın yolu
İnsanın en büyük davası iman ve insan davasıdır. Yani bir insanın en ciddi meselesi kendi kurtuluşudur, imanını korumasıdır. Sen kurtulmadıktan sonra yaptığın işlerden ne olur. Onun için biz ısrarla iman ve insan davasına vurgu yapıyoruz.
İnsan, iman ile ebedi hayatını garantiye alıyor. Bu da yetmiyor; ebedi hayatını garantiye alan insan nefsi ile, kendi ile barışıyor. Asıl kavga insanların iç tabiatındadır.
Bizim kavgamız Ahmet'le, Mehmet'le, Hasan'la, Hüseyin'le değil, kendimizledir.
Bizde hakkı temsil eden, doğruyu temsil eden bir güç; yanlışı temsil eden, İblis'i temsil eden bir başka güç var. Bunlar, kendi aralarında, her zaman kavga yaparlar.
İblis'i temsil eden nefsani taraf ister ki, "O vücud ülkesini ele geçireyim. Bu insan benim esirim olsun." Ruh-i sultan da, "Sen yanlışsın. Ben, onu ele geçireyim. Bu, benim tasarrufumda olsun" der.
Bu bir kavgadır, bu şekilde gider. Yani dış tabiatımızda seyrettiğimiz harpler bu duyguların esiri olmuş insanların sosyal planda ortaya koyduğu davranışlardır. Onun için dikkat ederseniz insanlık iki sınıfta mütalaa edilir. Ya haktadır, ya bâtıldadır.
Bize düşen ruh-i sultanın sesini dinleyip nefsimizi terbiye etmek ve bu sayede kalbimizde hakkı ikame etmektir.
'Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin'
İnsan iman eder. Allah'ın varlığına, amentünün esaslarına inanır. Ama bunu bildiği halde, inandığı halde, yukarıda bahsettiğimiz nefsani irade ona hâkim olur, yanlışa sürüklenir.
Yanlış yapar, "Eyvah! Gene aldandık" der. İman ehli olmasına rağmen ibadetinde kusurlar eder. Yanlışları olur, günahı olur. Bu, mü'mindir. Onun için aslolan imandır.
Bu durum o insanı pes ettirmemelidir. "Evet! Ben günah işliyorum. Yanlış yapıyorum. Allah'ın mağfireti sonsuzdur" deyip, O'nun rahmet kapısında ısrarla duracak. "Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin" buyuruyor Cenab-ı Hak.
Bu insan şunu da demeyecek; "Allah'ın rahmeti sonsuz, benim bir şey yapmama gerek yok." Bazıları da, "Benim ibadetime ihtiyacı mı var ki" yanlışına sürükleniyor. Tabii ki senin ibadetine Allah'ın ihtiyacı yok. Senin kendi kendini tezkiye edip yücelebilmen için ubudiyet esası var.
Bunu da bir örnekle açıklayalım: Eskiden bakır kaplar vardı. Bakırları kalay yaparlardı. Önce nişadırla kapların kirleri güzelce çıkartılır. Nişadırı vurmadan kalay atılmaz.
Nişadır ne yapıyor? Eski kalay üzerinde ne kadar pas, kir varsa, bunu temizler. Ardından ona iyi bir kalay atılır. Bir de bakarsınız ki yaldız gibi parlamış. İşte bunun gibi, o çileler, o meşakkatler, kalaycının nişadır atmasına benzer. Sendeki kirleri döküyor. Ubudiyetle tertemiz oluyorsun.
Diyelim ki bunu yapamadın, hep kirlendin, yine de ümidini kesmeyeceksin. O Rahman ve Rahim'dir. Af sahibidir. "Bir daha dönmemek üzere günahına tevbe edeceksin. O, affedicinin ta kendisidir."
Kul, olarak bize düşen O Yüce Kapıda ısrar etmektir. Cenab-ı Hak cümlemizi affettiği kullarından eylesin…"