Prof. Dr. Haydar Baş'ın gazetemizde 13.09.2010 tarihli yayımlanan yazısıdır
Okyanus ötesinden talimatlı bir dış politika, AB talimatlı iç siyaset ve IMF ve küresel patronlar tarafından yol haritası çizilen bir ekonomi yönetiminin bizi nasıl bir kaosa sürüklediği gün be gün ortaya çıkmaktadır
20-30 yıla erişen uzun bir zamandan beri ülke, millet ve medeniyet meselelerimize dikkat çekerken, etrafımızı sarmış olan ve gittikçe de daralan "ateş çemberi"ne vurgular yaptık, bu badirelerden çıkış ve çözüm yolları gösterdik ve de göstermeye devam ediyoruz. Dış politikamız ABD'ye iç politikamız AB'ye, ekonomimiz ise IMF'ye bağımlı
Dün de bugün de bu uyarıları yaparken maksadımız; hepimizi o günlerde ve gelecekte daha büyük sıkıntılarla baş başa bırakacak gelişmelere karşı milletimizi ve yetkilileri uyarmak, akl-ı selim ve basiretli davranmalarını sağlamaktı.
Ne yazık ki, uyarılarımızı "felaket tellallığı" veya komplo teorileri diye niteleyenler, yaşananlar karşısında haklılığımızı gördüler; her ne kadar bunu itiraf edemeseler de.
Daha önce de söyledik ve yazdık; bizim haklı çıkmamızın bir önemi yok? Önemli olan şu ki; yüce medeniyetimizi inşa edip asırlar boyunca üzerinde yaşadığımız mukaddes vatanımız, milletimizin altındaki zemin hızla kaymaktadır.
Nitekim Okyanus ötesinden talimatlı bir dış politika, AB talimatlı iç siyaset ve IMF ve küresel patronlar tarafından yol haritası çizilen bir ekonomi yönetiminin bizi nasıl bir kaosa sürüklediği gün be gün ortaya çıkmaktadır.
Türk milletinin mensup olduğu yüce medeniyet
Her zaman vurguladığımız bir gerçeği yeri gelmişken yine hatırlatalım: Türk Milleti çok büyük bir millettir. Tarih sahnesine çıkışından itibaren, yaşadığı çetin tecrübeler, geçirdiği zor imtihanlar sürecinde ortaya koyduğu asalet ve muvaffakiyetle bu sıfatı haklı olarak elde etmiştir.
Üç kıtaya yayılan geniş coğrafyasında, gölgesi altında topladığı insan topluluklarına yaşattığı müreffeh ve adaletli hayat bunun göstergesidir. 'Baba Devlet' anlayışıyla hayata geçirilen siyasi ve sosyal nizamat, insanlık tarihinin altın harflerle kaydettiği, akl-ı selim sahipleri tarafından hakkı verilen bir yönetim başarısıdır.
Bu tespitlere eklenecek daha çok şeyler vardır. Ama bu kadarı dahi milletimizin kimliğini ve mayasını keşfetmek için yeterlidir sanırım. Bu maya 'büyüklük' mayasıdır, "asalet"tir.
Bu büyüklükte; tevhid vardır, adalet vardır, merhamet vardır, hak vardır, hürriyet vardır, emniyet vardır, samimiyet vardır, insanlık vardır, ahlak vardır, mazlumu koruyup-kollama vardır.
İşte Türk milletinin mensup olduğu yüce medeniyetteki bu büyüklük; sonsuz nimetlerle dolu bu dünyayı, kendi arka bahçeleri haline getirmek isteyen Haçlı ve 'sömürgeci karakterli" milletler ve devletler tarafından hep kıskanılmış, kendi çirkin hesaplarını boşa çıkaran bu 'büyüklüğü' yok etmek için ellerinden gelen her şeyi yapmışlardır.
Bu bir hak ve batıl mücadelesidir; dün olduğu gibi, elbette bugün ve yarın da devam edecektir. Haçlı dünyasının sömürgeci taarruzları ve muhteris entrikaları neticesinde, başta üç kıtada at koşturduğumuz topraklarımız olmak üzere çok şey kaybettiğimiz doğrudur.
Fakat hala henüz kaybetmediğimiz bir şey vardır; o da; mayamızı oluşturan 'büyüklük'tür, "onurlu ve asil olmak"tır, "medeniyet hasletleri"mizdir.
Türkiye'yi bölünmenin eşiğine getiren sebepler
Yaşadığımız ve tüylerimizi ürperten güncel gelişmelere bir de bu perspektiften bakmakta faydalar vardır.
Bizi bölünmenin eşiğine getiren terör belası, devletin temelini oluşturan kurumlar arasındaki çatışmalar, en fazla güvenilmesi gereken kurumlarımıza karşı yürütülen karalama kampanyaları, gittikçe büyüyen işsizlik ve yoksulluk, bunun neticesi olarak ortaya çıkan parçalanmış aileler ve tabii ki gittikçe ayrışan milletimiz, dağılan sosyal hayat.
Bu vahim tablo karşısında geçtiğimiz günlerdeki bir konuşmamızda yaptığımız uyarıyı yeniden yapalım: "Kendisini koruyan zırhtan mahrum olan bir milletin bekasını devam ettirmesi mümkün değildir." Elbette kimse kusursuz ve noksansız değildir.
Ancak bu bağlamda gerçek şu ki, Türk ordusuna yönelik dahili ve harici taarruzların tamamı, bizzat Türk milletine ve medeniyetini hedef almaktadır. Bu yolla Türk milletine ve medeniyetine kastedilmek istenmektedir.
Devlet ve milletimizin birlik ve beraberliğini sağlamak
Vakıa şu ki; milletimizin ve medeniyetimizin bekasını sağlayan zırhımız hedef alınmış ve oldukça tahrip edilmiştir. Bu konuda sorumluluk kademesinde olanların büyük zafiyetleri vardır.
Maalesef milletimizin iradesinin ve taleplerinin tersine hareket etmişler ve tarihten beri üzerimizde hesabı olanların dümen suyunda hareket etmişlerdir. Milletimizi ayakta tutan temel unsurlar olan "aile, ordu, din, adalet mekanizması ve devlet"le Türkiye'de bilinçli bir şekilde oynandığını hepimiz büyük bir üzüntüyle görmekteyiz.
İçeriden ziyade dışarıda tasarlanan ve ülkemizdeki taşeronlar tarafından hayata geçirilen entrikalar ve sömürgeci planlar, adeta devlet ve milletimizi başta olmak üzere her şeyimizi kasıp kavurmaktadır.
Çözüm, Milli Ekonomi Modeli ve Sosyal Devlet tezlerimizde
Ülkemizin bir an önce bu badireden çıkması şarttır. Aksi takdirde bir girdap gibi devlet ve milleti içine çeker, milletimizi ve medeniyetimizi yok eder. Öyleyse, yapılması gereken iş ve çözüm ortadadır.
Çözüm, aslında sorunu tespit ederken gün gibi açığa çıkmaktadır. Bizi 'büyük' yapan değerler ne kadar tahrip ediliyorsa çözülme de o kadar çabuk olmaktadır. Yapılacak iş; devlet ve milletimizin birlik ve beraberliğini sağlayacak adımları acilen atmak, böylece çözülmenin ve bağbozumunun önüne geçmektir.
Biz, 'Milli Ekonomi Modeli' ve 'Sosyal Devlet-Milli Devlet' tezlerimizde bunu nasıl hayata geçireceğimizi bütün detaylarıyla ortaya koyduk.
Milletimizle buluştuğumuz bütün platformlarda ve 400 aşkın bilim adamının iştirak ettiği uluslararası bilimsel kongrelerde bunları izah ettik, yazdığımız makalelerde, katıldığımız televizyon programlarında akıllara takılan sorulara cevap vererek net bir şekilde açıklığa kavuşturduk. Kısaca, çözüm konusunda anlaşılmayan hiçbir şey bırakmadık.
Biz vazifemizi yaptık, yapmaya devam ediyoruz.
Türkiye'nin gelip dayandığı bu kavşakta, asıl büyük vazife yüce milletimize düşmektedir. İdari makamlarda olanlar, bir takım siyasi ikbal hesaplarıyla zaafiyete düşerek ortaya koyduğumuz model ve çözümlere kulak tıkayabilirler.
Ama milletimizin böyle bir lüksü yoktur. Zira asıl çileyi çeken milletimizdir. Evlat kaybeden, aile kaybeden, açlık ve yoksulluk çeken, geleceğinden endişe eden milletimizdir.
Dolayısıyla çözüm, gün gibi ortadayken, buna duyarsız kalmak milletimizin mayasında bulunan 'büyüklüğe' de terstir.
Haydi o zaman, gelin el ele verelim, "büyüklüğümüzü hatırlayalım" ve hep beraber ülkemizi hakkı olan onurlu ve müreffeh yere getirelim? Hem milletimiz kazansın, hem de insanlık!