Dinin hedefi insanlara yaratılış gayesini bildirmektir. İslâm'ın dünyevi hedefi, İ'lah-ı Kelimetullahtır.
Yani İslâm'ın güzelliklerini bütün insanlara duyurmak, onların ebedî mutluluklarına zemin hazırlamaktır. Yegâne hakikat membaı olan İslâm insanların dünyevî ve uhrevî saadet ve selameti için son İlahi kurtuluş yolu ve fırsatıdır. Hedefi, nev-i beşerden bir tek insan kalmamak üzere, bütün insanlığın hidayetle şereflenmesidir.
İ'lâh-ı Kelimetullah'ın ferdi alandaki tezahürü, Hakk'ın vücut planında hâkim olmasıdır. Fethin gerçek anlamı, kalplerin fethidir. Bir kalp ki onda Cenâb-ı Hak var; o kalbin sahibi bütün vücut ülkesine Hakk'ı hakim kılmış demektir.
İ'lâh-ı Kelimetullah'ın sosyal plandaki tezahürü, hak ve adaletin, huzur ve sükûnun, kardeşlik ve yardımlaşmanın toplumda hakim olmasıdır.
İslâm'ın uhrevî hedefi ise ihlas, yani Allah (c.c.) için iş yapmaya muvaffak olmak ve de nihâi olarak Rızâ-i Bârı'ye kavuşabilmektir. Aslolan gaye de budur.
Bütün mesele Allah'a selim bir kalple dönebilmektir. Ferdî ve toplumsal huzur, selim kalp sahibi insanların her yerde söz sahibi olmasıyla sağlanabilir.
Nitekim Resûl-i Ekrem (s.a.v), "Ayık olun! Vücutta bir et parçası vardır. O iyi olursa bütün vücut iyi olur, o bozuk olursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin o et parçası kalptir" buyurmaktadır. (Tecrid-i Sarih, c. l, hn: 48).
Kalplerin zikrullah ile mutmain olduğu pek çok delille bilinmektedir. O halde İslâm'ın dünyevî ve uhrevî hedefi gönüllere zikrullahı hakim kılmaktır diyebiliriz.
Günümüzde İslâm adına söz sarf edenlerin kimisi; ihlas, rıza-i Bârî ve zikir gibi ana hedefleri dikkate almadan, İslâm'ı şahsî veya maddî gayelere vasıta yaparak, hakikatleri saptırma yolunu tutuyorlar. İslâm'a itirazların bir kısmı da bundan kaynaklanmaktadır.
İslâm'a göre ibadet ve cezanın mantığı
İslâm'a göre ibadet ve cezanın mantığının tam mânâsıyla anlaşılamaması; insanların niçin ibadet etmesi gerektiği ve niçin ceza göreceği konusunda bazı itirazların doğmasına neden olmaktadır. İslâm'da ibadetin de cezanın da temel mantığı insanları temizlemek, onları İlahi huzura yüzü ak olarak çıkarmaktır.
İbadet, kalbi temizler, günahları döker, insanları Allah'a yaklaştırır. Ceza da günahların dökülmesine sebep olacağından ibadetin gayesiyle birleşmektedir.
Bu büyük gerçeğin pratikte anlamı şudur: Cenâb-ı Hakk'ın ibadete ihtiyacı yoktur; insanlar ibâdete muhtaçtır. Keza insanlara Cenâb-ı Hakk'ın takdir ettiği ceza onlardan intikam almak için değil, onların temizlenmesi içindir. Burada, ilahi adaletle lutf-u İlâhînin beraberlik arz ettiğini görüyoruz.
İslâm'ın koruma altına aldığı beş mukaddes kavram
İslâm, inanan-inanmayan bütün insanların mukaddes olan değerlerini korumayı garanti altına almıştır. İnsan için korunması gereken beş mukaddes kavram şunlardır: Can, mal, namus, akıl ve din. İslâm'da bunların her biri mukaddes bilinir ve korunmaları için bütün tedbir ve müeyyideler uygulanır.
Esasen temel hak ve hürriyetler kâmil mânâda İslâm'la korunmuştur. Kur'ân- ı Kerîm ve hadislerde bu hususta pek çok prensip; kural ve düzenleme vardır.
Evrensel beyannamelerin daha yarım asırlık bir geçmişi varken ve bu beyannameler hak ihlâllerini önleyemezken İslâm'ın 14 asırlık mesajı ve tatbikatı, bir ibret vesikası ve bir şeref şahikası olarak ortadadır. İslâm'ın bu yönü hakkıyla bilinmediği için veya müsteşriklerce saptırıldığı için de, bir kısım itirazlar söz konusu olmaktadır.
İslâm'da müsamaha ölçüleri
İslâm ölçü dinidir. Taviz vermemek, gerçeği saptırmamak kaydıyla ölçüde esneklik olabilir ki buna müsamaha denir. Bu şekildeki müsamaha Allah'ın rahmetinden insanların istifade etmesini sağlar.
İslâm, bütün insanları tebliğe muhtaç, Allah'a dönüşe müsait, kurtuluş bekleyen bir kâmil insan adayı olarak görür. Cenâb-ı Hakk'ın eseri olan bütün insanlar ya hilkatten (yaratılıştan) ya da iman birlikteliği nedeniyle kardeştir.
İslâm'da yaratılanı Yaratan'dan ötürü sevmek bir zorunluluktur. Ancak bu onların küfrünü ve yanlışlarını makul karşılamak anlamına gelmez.
Zira kötülük ve küfür, bütün insanların düşmanı ve helak sebebidir. Bunlar müsamaha ile karşılanamaz. Bu durumda İslâm, zararları ortaya koyup hata edenleri de ikna ve irşad yoluyla kurtarmaya çalışır.
Bu çerçevede insanlar hakikat ve iman ölçüleri nezdinde ikiye ayrılırlar:
1-İnananlar
2-İnanmayanlar (inkârcılar da iki nevidir: Münafık ve kafir).
İslâm, inanmayanlara da yaklaşım tarzında büyük teenni ve dikkat gösterir. Öte yandan Resûl-i Ekrem (s.a.v)'in ehl-i kıblenin tekfir edilemeyeceğini haber vermesi, kimseden ümit kesmemek gerektiğini anlatır.
Günümüzde İslâm'ın müsamaha ölçülerinin iyi bilinmemesi ve uygulanılmaması yüzünden birçok yıkıcılık, mücadele ve itiraz boyutu gelişmiştir.
(Prof. Dr. Haydar Baş, İcmal Dergisi)