Prof. Dr. Haydar Baş'ın gazetemizde yayımlanan 19-05-2011 tarihli yazısıdır
Tarih boyunca meydana gelen çatışmaların, mücadelelerin, savaşların temel sebebi inançlar ve ideolojilerdir. Silahlar, toplar ve tüfekler inançların sözcülüğünü yapmışlardır.
Bu hakikatin bir tezahürü olarak Batı dünyası asırlar boyu kendi dinini ve medeniyetini dünya üzerinde hakim kılmanın mücadelesini vermiştir.
Hıristiyan Batının tarih boyunca uyguladığı bu siyaseti Papa II. Jean Paul şu sözleriyle özetliyor:
"Birinci bin yılda Avrupa'yı Hıristiyanlaştırdık. İkinci bin yılda Amerika'yı Hıristiyanlaştırdık. Üçüncü bin yılda Asya'yı Hıristiyanlaştıralım."
Milletleri Hıristiyanlaştırma faaliyetlerini misyonerler aracılığıyla ve farklı farklı isimler altında sürdüren Hıristiyan dünyası, bunda büyük ölçüde başarılı olmuştur.
Teknolojik ve iktisadi sahada ileri giden Batı, bu gelişmeleri de kullanarak kendi inancını, hayat tarzını topyekün medeniyetini dünyada ve bilhassa Hıristiyan olmayan ülkelerde hakim unsur olarak yerleştirmeyi başarmıştır.
Tarihe baktığımızda ise Endülüs misyoner faaliyetleri neticesi büyük bir kültür tahribatına maruz bırakılmış ve bu suretle çökertilmiştir.
Aynı oyun misyoner ajanlar eliyle Osmanlı İmparatorluğu üzerinde oynanmış, neticede Hicaz Bölgesi, Filistin ve Ortadoğu Osmanlı'dan koparılmış, çok geçmeden de imparatorluk yıkılmıştır.
Hıristiyan dünyasının kendi inancını ve medeniyetini dünya üzerinde hakim kılma düşüncesi günümüzde de değişmemiş, sadece bu maksada ulaşma yolunda kullanılan metod ve vasıtalar farklılaşmıştır.
Yahudi asıllı bir Amerikalı olan Samuel Huntington Medeniyetler Çatışması tezinde bu durumu şöyle ifade ediyor: "Bu yeni dünyada mücadelelerin asıl kaynağı öncelikle ekonomik ve ideolojik olmayacak. Beşeriyet arasındaki büyük bölünmelerde hakim mücadele kaynağı kültürel olacaktır.
Artık milli devletler dünyadaki hadiselerin yine en güçlü kaynağı olacak, fakat global politikanın asıl mücadeleleri farklı medeniyetlere mensup grup ve milletler arasında olacak".
Batı kaynaklı bir kavram olan küreselleşme adı altında duvarların kaldırılması, milletlerin ekonomik, kültürel vb. hemen her sahada medeniyet ayrımı yapılmadan işbirliğine gitmesi gibi düşünceler bilhassa az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde ısrarla empoze edilirken, bu kavramları ortaya atan Batı dünyasının kendi içinde Hıristiyan birliğini kuvvetlendirdiğini ve duvarlarını yükselttiğini görüyoruz.
Bu, gayet tabii bir durumdur. Zira küreselleşme en genel anlamda Hıristiyan inancının ve medeniyetinin dünyaya hakim kılınması için ortaya atılmıştır. Ve bu yönüyle misyonerliğin daha farklı ve ileri bir boyutudur.
Her zaman ifade ettiğimiz gibi, biz, asırlarca dünyaya medeniyetin, adaletin, merhametin ve daha bir çok insanî vasfın en mükemmel örneklerini sergilemiş bir milletiz.
1071'de Anadolu'ya ayak basan Müslüman Türklerin bu üstün vasıflarını gören Ermeniler bile kendi arzularıyla bizim idaremiz altına girmişlerdir.
Bu itibarla bugünün dünyasında hakim olan global sömürü ve kültür tahribatına karşı son derece uyanık olmalı ve inancımızı, medeniyetimizi, birlik ve beraberliğimizi muhafaza etmek için gerekli tedbirleri almalıyız.
Bu tedbirlerin başında her sahada milliliği esas alan politikaların acilen belirlenmesi ve uygulamaya konması gelmektedir.