Prof. Dr.
Haydar Baş'ın gazetemizde yayımlanan 18.12.2012 tarihli yazısıdır
Devletlerin en önemli vazifelerinden biri, halkının geçimini temin etmektir. Türk tarih uzmanı Leen Cahen, özellikle Türklerde görülen baba devlet yaklaşımı hakkında şunları ifade etmişti:
"Başka milletlerin aksine olarak Türklerde halkı besleyen, giydiren ve harçlığını veren hakandır. Onlarda vergi demek, halkın genel masrafı demektir. Eğer hakan yurttaşlarının gelirini sağlayamayacak duruma gelirse, onlara izin verir."
Türk milleti, tarihte böyle bir bakış açısı ile idare edilmiştir. Ancak Batıyı üstün gören yaklaşımının hâkimiyetinden sonra genç Türkiye Cumhuriyeti devletinde bu tablo tersine dönmüştür.
Kapitalizmin kuralları ile şekillenen Türk ekonomisi bugün halkının beklentilerine cevap vermekten çok uzaktır.
Pazara çıkanlar, ceplerinde para olmadığı için istediklerine ulaşamamaktadır. Esnaf kan ağlamakta, kapanan işyerlerine her gün yenileri eklenmektedir. Ev hanımı, işçisi, memuru, emeklisi topyekûn millet açtır.
Tüketimin nerede ise yok olduğu toplumumuza üretim de istenilen seviyede olmamaktadır.
Gelirler, kapitalizmin kurallarına göre, millete pay edilmeden belli menfaat gruplarına aktarılmaktadır.
Merkez Bankası'nın bağımsızlaştırılmasından sonra, senyoraj hakkından feragat eden Türkiye'de gelir kalemi vergilerdir.
Mevcut şartlarda vergi, eline temel ihtiyaçlarını karşılamak için dahi bir şey kalmayan milletin kursağındakini de almak demektir.
Zira, küresel düzenin bir gereği, devletlerin küçültülmesinden bahsedilmekte, devletin kar getiren kurumları özellikle yabancılara ihale edilerek satışa sunulmaktadır.
Küresel güçler, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere devletlerin küçülmesini, devlet kurumlarının, madenler başta olmak üzere yer altı kaynaklarının özelleştirilmesini tavsiye ederler.
Asıl maksat, kar getiren kurumların yabancı şirketlere çok cüzi fiyatlarla satılmasıdır.
Özelleştirmeler, bozuk bir ekonomi de can simidi gibi görülebilir. Ancak yabancılara yapılan satış, milli sermaye ile kurulan bu kurumların yabancıların eline geçmesi demektir ki, bu milletin emeğinin ve üretiminin dışarıya aktarılmasıdır.
Yine özelleştirilen kurumlar nerede ise bir kaç yıllık getirisi mukabilinde elden çıkarılıyor. Bu devletin altın yumurtlayan tavuğu eliyle kesmesi gibidir.
Özelleştirmeler ile devlet ekonomiden elini biraz daha çeker. Etkisi azalır. Piyasa yabancı sermayedarlara biraz daha sunulur. Bugün köprülerin ve otoyolların satışını konuşuyoruz.
Devlete yılda 1 milyar TL'den fazla kâr getiren işletmelerin devletin elinden çıkarılmasından bahsediyoruz.
10 milyar dolar gelirin beklendiği bu ihaleler sürecinde, önümüzdeki birkaç senede verilenin kat be kat üstünde kâra geçecek işletmeler de muhtemelen yabancılara devredilecek.
Mirasyedi evladın babasından kalanları satmasına benzeyen bu uygulamayı, hükümetin ne kadar sürdüreceğini merak ediyoruz.
Zira sata sata satacak bir şey kalmadığında acaba hükümet hangi yola başvuracak?
Üstelik sattıkları kendilerine veya babalarına da ait değil, milletin malı millete sorulmadan satılmaktadır.
Kendi topraklarımızda, kendi kaynaklarımızı artık yabancılar işletmektedir. Maden ruhsatları ile pek çok yer yabancı şirketlerin çitleri ile çevrilmiştir.
Yol ve köprü gişelerinde de yakın zamanda onların kasaları dolacaktır. Kendi ülkesinde esir gibi yaşamak noktasına itilen Türk milleti ne zaman gerçekleri görmeye başlayacak?
Vatandaşımız, milli kaynaklarını ve ata yadigarı topraklarını yitirmeden, mili değerlerine sahip çıkmalıdır. Aksi halde bugün geçtiği yerlerden, yarın para verse dahi geçemeyebilir…
Yarın, devletlerin özelleştirmeden de gelir elde edebileceğinin izahını yapacağız…