İnsanın biri maddî, diğeri manevî olmak üzere iki yönü vardır. Her iki yönünün de ihtiyaçlarının nasıl karşılanacağını bizzat Cenab-ı Hak belirlemiştir.
Özellikle günümüzde insanlığın haline şöyle bir baktığımızda, maddî yönle ilgili duyulan kaygıların manevî kaygılardan önde tutulduğunu görmekteyiz. Hatta bu hâl, manevî yönü tamamen ihmal seviyesine kadar gelmiştir maalesef.
Hâlbuki insanın fıtraten birtakım hazları, duyguları vardır. Bunların tatmin olması lazımdır. Bu da insanın ruhî cephesidir, manevî cephesidir. Bunu doyurmak gerekiyor. İşte taat ve ibadet, insanın bu tarafını doyurur. Huşû, huzur insanın bu tarafını doyurur.İbadet maneviyatın gıdasıdır. Mü'minin manevî hasleti, cevheri, o farkında olmasa da onu İlahî iradeye bağlar, Allah'a bağlar.
Bunu basit bir misalle anlatalım... İnsanın kolunun sağlıklı çalışabilmesi için kanın hareket etmesi lazımdır. Onun için yemesi, içmesi lazım yani gıda alması lazım. İnsan bir hafta yemese o kol artık çalışamaz hale gelir.
İşte bunun gibi; kalp eli ile uzandığın Allah'a uzanabilmen, kalp ayağı ile yürüyebildiğin Allah'a yürüyebilmen için manevî tarafının doyması lazım. O kalp ayağının, elinin, gözünün doyması lazım.
Bedii zevkler ile insanın bir başka hale gelmesi lazım. İşte insan bu yönünü aç bıraktı mı, neticesi ağır olur; açlıktan ölür.
Yani insan mânen aç kalır, doymazsa; doyumsuz hale gelir. Madden neyi verirsen ver doymaz.
Niye? Çünkü onun aç tarafı midesi değil, aklı da değil, gönül boyutu, kalp boyutudur. İnsan; aklını, kitap okumakla, dergi okumakla, gazete okumakla doyurabilir, muhakeme yapmak suretiyle doyurabilir, burası tamam.
Karnını da doyurur; suydu, ekmekti, çorbaydı... Ama ruh tarafı boş kalır; o taraf aç kalır. İşte o tarafı da doyurmak lazım.
Allah sevgisi ile, Allah korkusu ile doyurmak lazım. İşte dengeli insan budur. Bu insan modeli toplumda hâkim unsur olursa; o toplumun bütün kurumlarda denge olur. İnsanlar arasında huzur, mutluluk, anlayış, yardımlaşma hâkim olur.
Maddî ve manevî yönü emredildiği gibi tatmin edilmiş insanlardan oluşan toplumda anlayışın, yardımlaşmanın olduğunu söyledik. Bu mevzunun üzerinde biraz duralım.
Nasib olursa kısa bir zaman sonra Ramazan ayını idrak edeceğiz. Bu ayda Müslümanlar ellerinden geldiğince zekât dağıtıyorlar. Bu zekâtı gıda şeklinde dağıtanlar da var.
Fakat bu yapılırken bazan çok kötü manzaralar ortaya çıkıyor. Buna çok dikkat edilmesi lazım. Zekâtı vermek güzeldir ama onun şekli de çok önemlidir.
Allah'ın Kitabı Kur'an, Allah'ın Sevgilinin sünneti ve Ehl-i Beyt örneği bunun nasıl verileceğini bize öğretmiştir. Bu temel olarak inancımızda ve o inancın beslediği medeniyetimizde mevcuttur.
Tabii her şeyimiz küllendiği gibi, bu tarafımızı da küllendirdik. Esasen biz, toplumda, bu tarafımızı öne çıkartabilsek; zekât, sadaka, karz-ı haseni ön plana çıkartabilsek, toplumdaki dengesizlik kendiliğinden zail olacak, yok olacaktır. Bu, fakirin zengine karşı hoşgörü, hoş nazarla bakmasına sebep olacak; onu kıskanmamasına, bilakis ona gıpta etmesine, onun gibi olmasına vesile olacaktır." Devam edecek (Prof. Dr. Haydar Baş, İcmal Dergisi Haziran 2014)