Prof. Dr.
Haydar Baş'ın İcmal Dergisi Mayıs 2018 tarihli yazısıdır.
Öncelikle idrak edeceğimiz Ramazan ayını Cenab-ı Hak, O'na ibadete ve Zât'ına vuslata vesile kılsın. Ve de günahlarımızı mağfiret eylesin.
Evvela ülkemiz insanının beraberliğine, saniyen de inanan kardeşlerimizin beraberliğine vesile kılsın. Bu mübarek ay hayırlı, uğurlu olsun. Allah mübarek etsin...
Ramazan, hakikaten 12 ay içerisinde farklı bir aydır. Bu ay Cenab-ı Hakk'ın seçtiği mübarek bir aydır. Zira bu ayda insanlığın kurtuluşuna sebep olan Kur'an-ı Azimüşşan nazil olmaya başlamıştır.
Bilindiği üzere, Kur'an-ı Kerim Kadir Gecesi'nde nazil olmaya başladı. O bakımdan Ramazan denilince hatıra Kadir Gecesi, Kadir Gecesi denilince de Kur'an-ı Azimüşşan gelir.
İnsanın hayatını Kur'an'sız düşünmek mümkün değildir. Tarihten günümüze şöyle bir baktığımızda; Kur'an'ın ölçülerinin dışında yaşanılan sosyal hayatın, iktisadî hayatın, ahlakî hayatın, hukukî hayatın beşeriyetin bunalımına sebep olduğu görülür.
Bu ölçüsüz toplulukların adeta vahşice birbirini katlettiği, hak ve hukuklarına riayet etmedikleri, bugün insan hakları dediğimiz hakların hiçbirinin onların dünyasında mevcut olmadığı müşahade edilir. Tarih bunu böyle kaydediyor.
Merhametin, rifkatin, rahmetin, şefkatin, izzetin, iffetin, hayânın, sabrın, kanaatin, tevekkülün, tefekkürün, güzel duyguların, kısaca insan olmanın vasıf ve sıfatlarının Kur'an'la birlikte kazanıldığını görüyoruz.
Yani insanlık, Allah'ın mesajını Ramazan-ı Şerif'te, maksadını Ramazan-ı Şerif'te anlamaya başlamış, ilk adımı atmıştır. İşte Kur'an, o maksad-ı ilahi'yi, Cenab-ı Hakk'ın beyanını, kastını, ne istediğini anlatan bir Kitab-ı Kerim'dir.
İnsan niçin yaratılmıştır?
Şu hususu da çok iyi görmek lazım; bazen niçin yaratıldığımızı unutuyoruz. Bazı şeylerin cevabını kendi mantığımızla, ölçülerimizle verirsek yanılabiliriz.
Tarihte bunun örneği çoktur. insanlar, birtakım kararları kendi ölçülerine göre verdiklerinde ve bu kararlar istikametinde amel ettiklerinde, maalesef helak olmuşlardır.
Şimdi günümüzün insanı da aynı tavrı, ortada Kur'an-ı Kerim mevcut iken gösterirse, aynı badireye düşmesi mukadder ve muhakkak olur. Binaenaleyh bu sorunun cevabını biz Kur'an-ı Kerim'e bakarak vereceğiz. Niçin yaratıldık? Neden varız?
Bizim bir varoluş sebebimiz var. Kur'an-ı Kerim'e baktığımız zaman Cenab-ı Hak, "Ben insanları ve cinleri ancak Bana ibadet etmeleri için yarattım" (Zariyat, 56) buyuruyor.
Yani insanın dünyaya geliş maksadı, bir başka ifadeyle varoluş sebebi ayrıca cinlerin yaratılmasının esrarı; Allah'a kulluktur, ibadettir.
Onun için kullukta ne derece ileri giderse insan kıymetli, ne kadar geri kalırsa o kadar beşerî bir varlık olur; insan olmaktan çok uzak olur. Çok şeye malik olabilir, zengin olabilir ama aydın olamaz; medeni olamaz.
Medenilik ve aydınlık, insanın Cenab-ı Hakk'ın vasfettiği sıfatlara kavuşması ile mümkündür, insan olmasıyla mümkündür.
Peki insan nasıl olunacak? İnsan, insanda mevcut olan vasıfların, hasletlerin öne çıkmasıyla insan olur. Merhametlidir, şefkatlidir, rikkatlidir, adaletlidir, izzetlidir, iffetlidir, hayâ ehlidir.
Şimdi öyle bir model ki bu, buna baktığınız zaman onun yanında, kurtla koyun bile rahat geçinir. Şayet günümüzün dünyasında adaletsizlikler var ise bu insan tipinden, kısacası bu müslüman tipinden mahrum olduğumuz içindir.
Kulluk en büyük zevktir
Bugün maalesef toplumları oluşturan asıl çekirdek, taş yerinden oynamış; asliyetini kaybetmiş.
İşte Kur'an, çürümüş insan tohumunu en verimli hale getiren Allah'ın kelamıdır. Allah (c.c.) orada, "Ben insanları ve cinleri ancak kul olmaları için yarattım" beyanında bulunuyor.
Demek ki kulluk en büyük zevktir, en büyük muhabbettir. Muhabbet denince akla hemen Yunus'lar, Mevlana'lar, Hacı Bektaş'lar, Ahmet Yesevfler gelir. "Ne mübarek adamlar" denilir.
Allah'a müracaat etmeden bir tek adım dahi atmayan, iradesini Allah'a vakfetmiş, bağlamış insan niçin mutlu olmasın? Onun hayatı niçin güllük-gülistanlık olmasın?
Aslına bakılırsa; Hoca Ahmet Yesevfnin hayatı çiledir, meşakkattir. Bilenler çok iyi bilirler, hayatı milleti için tamamen mücadele ve mücahede ile geçmiştir.
Anadolu'nun Türkleşmesinde Hacı Bektaş Veli bir ummandır, bir okyanustur. İnsanlığı ve kimliği anlatandır. Neden?
Çünkü her hareketi Hakk'a istinaden yapılan, her sözü "Cenab-ı Hak razı mıdır değil midir?" anlayışına göre konuşulan bir medeniyetin, bir kültürün, bir tezin mahsulleridir bunlar.
Onlar, "Komşusu açken tok yatan bizden değildir" ölçüsünün sahibidirler. Dostu kederli-üzüntülü olduğunda, sanki kendisi olmuş gibi etkilenip, o derdi paylaşabilecek bir anlayışın sahibi, bir medeniyet anlayışının temsilcisidirler.
Kısaca; İslam, insanı kendi kulvarında namütenahi serbest, alabildiğine başıboş bırakan bir anlayış değildir.
Bilakis, bütün hayatıyla sorumluluk duyguları içerisinde; hem kendi iç tabiatındaki tevhid zevkini, hem de sosyal münasebetini doruk noktaya çıkartacak aşkı veren İlahi bir dindir.
Kur'an-ı Kerim de dinin ölçülerini barındıran kitaptır. Kur'an'ın nâzil olmaya başladığı ay da Ramazan ayıdır. Bu nedenle çok özel bir aydır. Tabii bunun sırları sayılmayacak kadar çoktur. Derinliklerine inmek belki de sadece bu konuyu yazmamızı gerektirir. Ancak konumuz bu olmadığı için bu kadarla iktifa ediyoruz.
Günahlardan temizlenme zamanı
İnsan olarak nefsanî duyguların esiri olmamız bütün bir yıl içerisinde işlediğimiz hatalar, veballer, günahlar var.
İşte Ramazan oruç vesilesiyle kulu o günahlardan arındırıyor, tertemiz yapıyor. Orucu bu ayda tutuyorsun. Kur'an-ı Kerim bu ayda inmiş, insan bu ayda temizleniyor. Kulun nefsi tezkiye oluyor.
Rivayet olunur ki; Hz. Musa, "Ya Rabbi! Senin için namaz kıldım, oruç tuttum" dediğinde Cenab-ı Hak, "Oruçla nefsini temizledin, namazla da imanını ispat ettin" buyuruyor. Okurlarımızhatırlarlar; daha önceki makalelerimizde "İbadet, imanın ispatıdır" diye yazmıştık. Bu, kendimize ait bir ifade değildir.
Oruç, çok mühim bir ibadettir. İmsak vakti ile iftar vakti arasında bir mü'minin ve mü'minenin hasta olmadığı, yolcu olmadığı, -gerçi hasta ve yolcu da oruç tutabilir.
Ama onlara o şartlarda oruç farz değildir- hayız ve nifas hallerinin bulunmadığı durumlarda; yemekten, içmekten, birtakım münasebetlerden uzak olma durumudur.
Kaba tarif ile bu, avamın tuttuğu oruçtur. Bir de gözlerin oruç tutması, kulakları oruç tutması, organlarımızın oruç tutması var ki asla yakın oruç da budur.
Aslolan kalbe oruç tutturmaktır
İnsan, tabiattan topladığı malzemeleri biraraya getirip bunlar arasında mukayese ile iyi veya kötü yorumlar yapar. Kul, harama bakmadığı zaman, bir başka ifade ile Kur'an-ı Kerim'in beyan ettiği harama gözünü yöneltmediği zaman; dimağınızda oluşan görüntüler helaldir. Haram olmayınca onlar helaldir. O zaman akıl, helal olan malzemeler üzerine mantığını kuracak, netice hayırla olacaktır. Gözün orucu budur. Yanlışı, kötüyü, haramı hafızana toplamaman demektir. Kulak da öyledir. Yani insanın, istikamet üzere hareket edebilmesi için böyle bir oruca ihtiyacı vardır. Dili yalan konuşmayacak, ayağı kendisine ait olmayan şeye gitmeyecek.
En mühimi ise; kalbin de oruç tutmasıdır. Kalbin oruç tutması nedir? Bütün hareketlerin tahrik noktası kalptir. Yani muharrik güçtür kalp...
Eğer siz bir şeyi düşünmezseniz onu fiiliyata geçirmezsiniz. Gerek müspet gerek menfi neyi düşünürseniz hayatınıza mutlaka onu geçirirsiniz.
İnsanın hayatına bakıldığında yaptığı şeylerin; programladığı, planladığı, yapmak istediği ve bunun için de hayaller kurduğu, kalbinde yoğurduğu şeyler olduğu görülür.
Kalbe haram sınırlarını aşacak bir duygu koymadan, hep helal vadide hayatını tanzim edilirse, işte kalb de oruç tutuyor demektir. Böyle oruç tutanların orucu da salih ve saliha kulların orucu olur. Nebiler ve resûllerin oruçlarının aynısı olur. Asıl oruç da budur.
Allah cümlemize böyle oruç tutmayı nasib eylesin...