Bazı şeyleri bilmek hem hakkımız, hem de vazifemizdir. Bunun için biz insanlara doğruyu, güzeli göstereceğiz.
Bu hususta Cenab-ı Hak, "Siz, insanların iyiliği için çıkartılmış en hayırlı ümmetsiniz" buyurmaktadır. "İyiliği emreder, kötülükten nehyeder ve gerçekten Allah'a inanırsınız" buyurmaktadır.
Bunlar, Allah'ın kulları içinden çıkardığı insanlardır. Allah'ın emrettiklerini bildirirler, nehyettiklerini söylerler.
Yanlış bir şey gördükleri zaman, "Bu yanlıştır, zararınadır" derler. İyi şeyler gördükleri zaman da teşvik ederler.
Ayet şöyle devam ediyor: "Eğer ehl-i kitab da inansaydı elbette bu onlar için de büyük bir hayır olurdu."
Demek ki ehl-i kitab bu işleri yapmamış. Yapmadığı için de bu hayırdan istifade edememiştir.
Bir başka ayet-i kerime de mealen şöyledir: "Sizden hayra çağıran, iyiliği emreden, kötülüğü men eden bir topluluk bulunsun."
Demek ki iyiliği emreden, kötülükten men eden bir topluluk olması lazımdır. Olmadığı zaman insanlar; yanlışın, bâtılın, hak olmayan şeylerin içine giderler.
Kimisi ateist olur. Kimisi putperest olur. Kimisi satanist olur. Onun için insanların devamlı dikkatini çekecek, hayrı emreden, kötülükten men eden bir gurubun olması lazımdır. Allah bunu istemektedir.
"İşte onlar kurtuluşa erenlerdir." Bunu yapanlar da mutlak kurtulan insanlardır. Bu şekil bir hayatı yaşamak da hem bizim hem de bu tarz vazifeye muhatap insanların iman ehli olduğunun alamet ve de işaretidir.
Çünkü seni dinliyor. Dinlemeyebilir. Sana, "Sen de kim oluyorsun?" diyebilir. Onun, seni dinlemesi, senin de konuşman ikinizin aynı imanı paylaştığınızın alamet ve işaretidir. Ayrıca Hakk'ın rızasını kazandıklarının ispatıdır. Allah böyle olmayı hepimize nasip etsin!
İmanda sağlam ölçü
Cenab-ı Hakk'ın emirleri konusunda büyük fitnelerin de zuhur ettiği bir vakıadır. Bu fitneler ehil olmayan insanların gönlünü de bozuyor. Bu nedenle Cenab-ı Hakk'ın emrettiklerini kimlerden öğrenileceği çok önemli bir husustur.
Her işin bir meslek erbabı vardır. Bu meslek erbablarını bulmamız lazımdır. Her mesleğin sahici olanı olduğu gibi sahtesi de vardır.
Tabii din konusunda da işi şartlara göre eğip büken değil, dosdoğru, Allah'ın rızasını kazanmak için bize cevap verecek, bizi bilgilendirecek alimlere ihtiyacımız vardır.
Her şeyin sahtesi çekilir ama ulemanın sahtesi çekilmez. Onun için, halkımızın arasında, "Yarım doktor insanı candan, yarım hoca da imandan eder" sözü yerleşmiştir. Bilgide de noksan olmayacak, niyette de noksan olmayacaktır.
Âlimler peygamberlerin vârisleridir
Bizim inancımızda, âlimler peygamberlerin vârisleridir. Âlim, peygamberin yaptığı işi yapan insandır. Allah o âlimleri bulmayı bizlere nasib etsin.
Bizim ulemadan maksadımız, peygamberlere vâris olmuş insanlardır. Bunlar, hayatımızın gayesini bize öğretecek olan kişilerdir.
Cenab-ı Hak, "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" buyuruyor. Âlim, her şeyden evvel hem yaşadıklarını, hem doğruyu, hem de kendi nefsini bilir.
Âlim, kendini hesaba çeken insandır. Muhakemesini yapan insandır. Sıradan insan değildir. Sadece kitapları kafasına yükleyip; ruhunda ve nefsinde bunları hazmedemeyen insana İslam literatüründe âlim denmez. Onlar için Cenab-ı Hak, "Kitap yüklü merkep" buyuruyor.
Ulemanın hem şekli, hem sıfatları, hatta bakışı, yüz hatları kendini belli eder. Bir sohbetinde âlim olup olmadığını hemen anlarsınız.
Çünkü onun sözleri, görüşleri, yüzü sana bir şeyi çok iyi hatırlatır. İnsanı hep Allah'ın rızasını kazanmaya çeker. Onların yüzleri de farklıdır.
Çünkü Allah, "Mü'minin yüzünde secde eseri vardır" buyuruyor. Onun için ilmi ile âmil olan insanları bularak onlarla birlikte olmak gerekmektedir. Onlar bize Allah'ı tanıtacaktır. Bu geçici âlemden de hem dünyamızı hem de ahiretimizi kazanmış olarak dört dörtlük bir şekilde rıhlet edeceğiz, inşaallah.
'Bilmiyorsanız zikir ehlinden sorunuz'
Âlimler içerisinde "ârif" diye bir kavram da var. Münevver deniliyor, aydın deniliyor, bazen bunlar birbirine karıştırılıyor. Gerçek âlimlerin vasıflarını bilirsek bu karışıklıktan kurtuluruz.
Gerçek âlimler, zikir ehli olan insanlardır. Cenab-ı Hak, Kur'an'ında, "Bilmiyorsanız zikir ehlinden sorunuz" buyuruyor. Âlimin ilk sıfatı zikir ehli olmaktır.
Gönlünde Cenab-ı Hakk'ı unutmayacak, dilinde ıslak halde Allah'ın ismini bulunduracaktır. Bu konuda bazı enteresan ayetler var: "İlimde ruhsat sahipleri, ona inandık, hepsi Rabbımızın katındandır derler."
Yani gerçek âlimin vasfı, Allah'ın bilgisine, kudretine teslimiyettir. Allah ne beyan ediyor, Peygamber neyi anlatıyorsa ona "evet" der. O zaman öyle idi, şimdi böyle, demez.
Bir başka ayet: "Kalbinde hastalık olanlar ise teslim olacağı yerde fitne çıkartmak ve te'vile yeltenmek için müteşabih ayetlere yapışır, onlarla uğraşır dururlar." "Yok burada bu kastedildi, şurada bu kastedildi" gibi ebedi hayatı tehlikeye atacak yorumlara başvururlar.
Bunlar, kalbinde hastalık olan âlim taslaklarıdır. Biliyor ama bildiği ile âmil değil. Kafa yüklü, gönül boş. Onun için hem kafa, hem gönül dolu olacak. Bu da yetmez. İkisi birleşecek ve bu eller, ayaklar, o istikamette hareket edecek. Bu da işin amel tarafıdır.
Daha önceki makalelerimizde de ifade ettiğimiz gibi, "Allah bundan razı mıdır?" sorusunu sorup, "evet" cevabını aldığımızda yaptığımız iş ibadettir.
Fakat bir de Cenab-ı Hakk'ın emrettiği ibadet nev'inden olan ameller vardır ki bunlarla zaten mükellefiz. Mükellef olmamız münasebetiyle hem yapılması farz-ı ayn, hem de kazançtır.
Allah cümlemizi ilmiyle âmil olanlardan eylesin... (Prof. Dr. Haydar Baş, İcmal Dergisi Ekim 2018)