Prof. Dr.
Haydar Baş'ın gazetemizde yayımlanan 21.02.2013 tarihli yazısıdır
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde 3 tarafı denizlerle çevrili bir ülke varmış. Allah, her türlü zenginliği bu ülkenin insanlarına bahşetmiş…
Bolluk ve bereket içinde yaşar giderlermiş.
Başa gelen padişahları da ülkeyi sever, halkının isteklerini az ya da çok dinler, dediklerini yapmaya çalışırmış.
Ülkenin sahip olduğu kaynaklar, komşularından daha fazlaymış. Birçok devletin, hatta uzak denizlerde yer alanların bile bu ülkenin kaynaklarında gözü varmış. Burası başka diyarlara geçiş yollarında olduğu için de çok kıymetliymiş.
Velhasıl, herkes burayı yönetmenin derdindeymiş. Ama başa geçen padişahlar, tehdit de edilse, oyunlarla kandırılmaya çalışılsa da ülkeyi vermemişler.
Düşmanlar şöyle bir plan düşünmüşler. İnsana benzeyen büyük bir robot hazırlamışlar.
Robotun içinde konuşma CD'leri varmış. Birisi soru sorduğunda cevap veriyormuş ama sadece hazırlanan CD içindeki metinleri okuyabiliyormuş.
Eğer robot vezir olursa, "Savaşmadan istediklerimiz alırız. Herkesi uyuturuz" diye hesap etmiş düşmanlar…
Bu robot adamı bir oyunla vezirliğe getirmişler. Başka ülkenin ajanları Padişahı çok akıllı ve yetişmiş bir adam olduğuna, ülkeye çok hizmet edeceğine ikna etmişler.
Halkın arasında da bu yeni vezir, padişahların şimdiye kadar size vermediği hakları verecek diye yaymışlar. Vezir ülkenin yarısından fazlasının gönlünü kazanarak göreve başlamış.
Başlamış başlamasına ama kısa sürede yaptıklarında bir tuhaflık olduğu fark edilmiş.
İlk zamanlar "ülke, halk" diyen vezir, kısa zaman sonra ülkedeki ve halkı bırakıp, yabancı tebaanın derdine düşmüş.
İlk zaman seferler ile ülkeye saldıranların üzerine giden vezir, bir bakmışlar ki, adamlarını onlarla masaya oturtmuş anlaşma yaptırıyor.
Padişah ise bu işlere niyeyse karışmaz olmuş.
Halktan, "Niye onların yanındasın" diye soranlara ise, "Yok öyle bir şey, onlarla görüşen şerefsizdir" diye çıkışıyormuş.
Sonra görüşmeler devam edince, çıkıp bu sefer, "Evet, adamlarım görüşüyor, yine görüşür" demiş. Halk bir mana verememiş.
Bazılarının sesi yükselince bu sefer yine "Biz haremiler ile masaya oturmayız" diye bağırmaya başlamış. Vezirin bir dediği diğerini tutmayan lafları sadece bu olayla da sınırlı kalmamış.
O ülkenin kanunlarına göre, haramilerin başı idam edilirmiş. Vezir önce hapis edilmiş olan haramilerin başı idam edilmesin diye idam cezasını kaldırmış.
Ama bir zaman sonra, "idam cezasını tekrar getirsek iyi olur" diye söylenmeye başlamış…
Ülke öyle bir başıboşluk haline girmiş ki, çeşitli yollarla girmek isteyen düşmanlar, bazı şehirlere elini kolunu sallaya sallaya kendi askerlerini yerleştirme kararı bile almışlar.
Halk yine vezire sormuş: Düşman askerlerini ülkeye neden alıyorsun?
Vezir: Eğer gelseler haberim olurdu, yok öyle bir şey diye cevap vermiş.
Vezirin yok öyle bir şey demesinden bir hafta geçmeden düşman askerleri ülkeye akın akın yerleşmeye başlamışlar…
Üstelik bizim vezir, düşman askerlerinin bir bölgeye karargâh kurmalarını törenlerle kendi organize etmiş.
Gel zaman git zaman, halk bu işin aslını öğrenmeye karar vermiş. Çünkü vezir, uzaktan kumandalı pilli bir bebeğe benziyormuş. Yoksa bir gün söylediğini ertesi gün yalanlayan bir kişi mi olmuş?
Kendi aralarında eğer "bu adam gerçekten de bir gün dediğine ertesi gün yalan" diyor ve her ikisini de inanarak söylüyorsa buna deli denir. Böyle birisi değil ülke ev bile idare edemez. Hemen onu alaşağı edelim diye ayaklanmış.
Veziri bir köşede kıstırmışlar. Huzura getirmişler.
Kaçmaya çalışan vezirin çıkan arbede de üstü başı yırtılmış. Bir de bakmışlar ki, vezir gerçekten insan değil…
Pilli bir robot... İçinde bir sürü konuşma CD'leri…
Vatanını seven halk anlamış ki, vezir, kendi iradesi ile kendini yalanlamıyor. Ona konuş diye ne emrediliyorsa onu konuşuyor. Uzaktan kumanda ile idare edildiğini anlayan halk halini kara kara düşünmüş...
"Bizi adam yerine koyanları dinlemedik, bak ne kötü hallere düştük "demişler...