Prof. Dr. Haydar Baş'ın 10.01.2013 tarihli yazısıdır.
2012 senesini uluslararası 6 Ehl-i Beyt sempozyumu ile tamamladık.Bazı çevreler inkâr etseler de, Türk milletinin hamurkârı Alperenler eli ile yoğrulmuş İslam medeniyetidir, Ehl-i Beyt sevgisidir.
2012 senesini üzeri örtülmüş bu sevda ateşini tekrar yakarak geçirdik.
2013 senesini ise, Milli Kahramanlara ayırdık. Güzel Anadolu'nun her karışında bir maneviyat büyüğü, bir kahraman yatıyor.
Yapmak istediğimiz 1990'lı yıllarda ortaya koyduğumuz "dini bütünlüğümüz, milli bütünlüğümüzdür" görüşümüzü bugün de hayata geçirmektir.
Türk milleti, Mustafa Kemal'in riyasetinde gerçekleştirdiği bağımsızlık mücadelesini bu iki değeri birleştirerek kazanmıştı.
"Vatan işgaline karşı mücadele, kaynakların talanına dur diyebilmek, bağımsızlığın korunması, namusumuza ve inancımıza karşı yapılacak müdafaa ancak dini ve milli bütünlük ile korunabilir" diyoruz.
Türkiye Cumhuriyeti devleti de aynı fikriyat ile kurulmuştur. Bu hakikati gören Atatürk, Türkiye ismini dahi 3 gün kaldığı Nevşehir'de, Hacı Bektaş'ın vekillerinden Cemaleddin Çelebi Dede ile beraber almıştır.
Kurtuluş Savaşının kazanılmasında etkili olan o Kuvayı Milliye ruhu, azmini, yedi düvelle mücadele edebilme cesaretini manevi büyüklerin desteğinde bulmuştur. Atatürk, ağzı dualı büyükleri cephenin her sathında hissettirmiştir.
Hal böyle iken, Gazi'nin hakkında, arkasından itikadı ve dine bakışı konusunda yanlı ve yanlış bilgiler Türk milletine pompalanmıştır.
Bilinçli olarak oynanan bu senaryo, Türk milletinin Ata'sına olan sevgi ve bağlılığını kullanarak, toplumu istenilen noktaya taşımak için bir yol olarak seçilmiştir.
Atatürk'ün arkasından gelişen Cumhuriyet tarihi, "laiklik kisvesi arkasından dindar ile mücadele" ile geçmiştir.
Bu süreçte baskılara ve yanlışlara direnemeyerek, dini ve milli duygularını muhafaza edemeyenler, maalesef Atatürk ile dindar kesimin arasının açılmasına sebeptir.
Gelinen noktada, "inancını yaşayan Müslüman Türk milleti hakkında, Atatürk'ten konuşamaz, ona saygı duyamaz, ona sahip çıkamaz" şeklindeki yanlış görüş değişmez bir kural halinde kabul edilmiştir.
Bizim üzüldüğümüz, Türkiye'deki aydın kesimin de bu Batı destekli senaryoya bilerek veya bilmeyerek alet olmasıdır.
Kocaeli'nde gerçekleştirdiğimiz Milli Kahramanlar Sempozyumu hakkında görüşlerini kaleme alan gazeteci Emin Çölaşan da bu cenahta yer aldı.
Salonu dolduran binlerce insanımız ile buluşmamızdan Türk milletinin tarihi ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin içinde bulunduğu tehlikeli süreçten bahsettiğimiz konuşmamızdan aklında sadece başörtülü ve sakallı kişilerin Atatürk'ü alkışlamasına olan şaşkınlığı kalmış.
Biz, on yıllardır farklı başlıklar altında devlet-millet kaynaşmasını, Atatürk Türkiye'sindeki üniter devletin muhafazasını; Laz, Çerkez, Türk, Kürt bir olduğumuzu anlatıyoruz.Atatürk'ü de ilk defa ağzımıza almış değiliz.
Onun dindar bir Müslüman olduğundan, başlattığı Kurtuluş Savaşı ile bugünlere gelebildiğimizden hemen her fırsatta bahsederiz.
Atatürk, kimsenin tekelinde ve yalnız bazılarının izni ile konuşulacak bir kimlik değildir.
Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucusu, Lozan'da gayrimüslim - Müslim ayrımını, daha sonra da Yunanistan ile nüfus mübadelesini gerçekleştirecek hassasiyette bir Müslümandı.
Üstelik maneviyatı yaşayan bir kişi olarak Atatürk, kapitalizmin karşısında ezilen halklara örnek bir liderdi.
Bugün Atatürk'ten bahsedenler, onu "içinde bulunmadığı bir dinsizlik kimliğine bürüyeceklerine", hayatı boyunca yaptığı sömürüyle mücadelesini anlatmalılar.
Atatürk'e sahip çıkmak, kapitalizmin esiri olmuş bir zihniyetten maaş almakla yapılamaz.
Atatürk'e sahip çıkmak, beğendiğin bir tarafını öne çıkararak, diğer tarafını karartmakla da olamaz.
Türk devletinin kurucusu elbette ki, Türk milleti gibi Müslümandı, dindardı.
Çanakkale Savaşı yıllarında cepheden gönderdiği mektuplarda Allah'a olan inancı ile bu savaşı kazanacağını yazmıştı.
İlk TBMM'ni Cuma günü ve hutbelerle açan Atatürk, Ramazan orucunu tutardı. Kız kardeşi Makbule, "Kadir gecelerinde bana iftara gelirdi" diye anlatmışlardır.
Cuma namazlarına da giderdi. Camide, "Allah birdir, şanı büyüktür" diye başlayan ve Hz. Peygambere övgülerle devam eden hutbeleri vardır.
Yedi yaşında annesinin isteği ile Kuran'ı hatmetmiş ve 8 yaşında hafız olmuştu.
Eskişehir'deki Mihalıççık Camisi'ni cebinden verdiği 5 bin lira ile tekrar yaptırmıştı.
1937 senesinde Filistin'e karşı Haçlı saldırılarını öğrendiğinde bir bildiri yayınlamış ve Filistin'e "el sürülmez" diye ifade etmiştir.
Kısaca, bugün bazı çevrelerin işlerine öyle geldiği için dine karşı imiş gibi gösterdikleri Atatürk, "aslında Pazar günü sakallı ve başörtülü vatandaşlarımızın alkışladığı" liderdir.
Biz, Sayın Çölaşan gibi düşünen aydınlarımıza, olayları Batı gözlüğü ile değil, Müslüman - Türk feraseti ile tahlil etmelerini tavsiye ederiz.
Ve yine deriz ki, eğer gerçek bir Atatürkçü ise federatif yapının konuşulduğu, kaynakların peşkeş çekildiği, AB ve ABD dışında bir gündemin olmadığı ülkemizde, bugün tam bağımsızlığın simgesi Atatürk'ü ayakta alkışlayan gerçek Atatürkçülerle beraber olmalıdır.