Prof. Dr.
Haydar Baş'ın gazetemizde 09.04.2012 tarihli yayımlanan yazısıdır
İslam itikadı tevhid akidesi ve Hz. Muhammed'in (sav) Allah'ın kulu ve Resulü olduğunu kabul üzerine bina edilmiştir.
Şii ve Sünni her iki dünya içinde bu temel esaslarda bir farklılık yoktur.
Ehl-i Sünnet tabiri, din dışı akımların ortaya çıkmasından sonra, batılın karşısında Kuran'ı ve Resulüllah'ın (sav) sünnetini ifade etmek için kullanılmıştır.
Hz. Ali'yi seven ve
Ehl-i Beyt'in yolundan gidenler ise Şii olarak belirtilmiştir.
Ehl-i Beyt imamlarının en büyük mücadelesi de din dışı sapık görüşleri çürütmek ile geçmiştir.
İtikatta bir olan Şii ve Sünniler, ameli bazı noktalarda farklı hareket etmektedirler ki, bu da gayet tabii karşılanması gereken bir husustur.
Ancak yalan üzerine kurulu hadisler ile Ehl-i Beyt anlayışı sapık ve batıl olarak tanıtılmıştır.
Özünde aynı olan bu iki dünyanın görüşlerindeki farklar nebevi kaynaklar sebebiyledir.
Şia alemi Ehl-i Beyt hadis külliyatlarını temel almaktadır.
Demek ki, Şia'nın elinde bulunan ve Hz. Peygamber'in (sav)
İmam Ali'ye (as) "yaz" emri ile oluşan Ehl-i Beyt kaynakları, Ehl-i Sünnet dünyasına ulaşmamıştır.
Şii ve Sünni dünya için temel görüş farkı Şiiler için Hz. Ali'nin imametine inanmanın, imanın bir şartı olarak kabul edilmesindedir.
Bu şart, ulemalarının kendilerine ait bir görüş değildir.
Şii dünya Hz. Ali'nin (as) imametini, Gadr-i Hum günü Resulüllah'ın (sav) irad ettiği hutbesi sebebiyle kabul ederler.
Hz. Peygamber (sav) bu hutbenin yedi yerinde Hz. Ali'yi (as) kendinden sonra "vasi ve halife" tayin etmiştir.
Şiiler bu gerekçe ile "Hz. Ali'nin (as) hilafeti farzdır" demektedirler.
Gadr-i Hum hutbesi 220 Sünni alimin eserinde de yer almaktadırlar.
Sünniler ise, Hz. Ali'yi (as) velayetin başı kabul etmektedirler. "Hz. Peygamber (sav), nübüvvetin başıdır". Gadir hutbesindeki ilan ise "Hz. Ali'nin velayetin başı olduğunun ilanıdır" görüşünü savunurlar.
Birinci Halife Hz. Ebubekir'dir, "Velayetin başı da Hz. Ali'dir (as) demektedir" ümmet, yani hilafette Hz. Ebubekir i, velayette de Hz. Ali'yi baş kabul ederler.
Hilafet makamının Hz. Ebubekir'e ait olması ve velayet makamının da Hz. Ali'nin (as) olması Şii ve Sünni dünyayı birleştirecek; imameti ve hilafeti birbirine olan husumeti engelleyecek ortak bir payda haline getirmektedir.
Bu şekilde imamet ve hilafet ümmetin tevhidini temin ederken, ne hazin tecellidir ki, zaman içinde yayılan nifak unsurları ile Müslümanların bölünüp parçalanması neticesi doğmuştur.
Kaldı ki, Ehl-i Sünnet ve Şia alemi sadece imamet ve hilafet meselesinde değil, pek çok başlıkta görüş birliği içindedirler.
Ehl-i Sünnet ve Şia aleminin tevhid akidesindeki birliği zaten tartışma konusu değildir.
Allah'ın birliği, zatı, sıfatları, fiilleri gibi temel itikat konularında iki dünya arasında fikir ayrılığı yoktur.
Ehl-i Beyt imamlarında İmam Hüseyin'in (as) oğlu İmam Zeynelabidin (as) dualarının mecmuu olan "Sahife-i Seccadiye" de şöyle buyurmaktadır:
"Sen Allah'sın. Senden başka ilah yoktur. Adaleti ayakta tutarsın, hükmünde adilsin; mülkün maliki ve sahibisin. Hamd Allah'a ki O ilktir, O'ndan önce bir ilk yoktur, sondur, O'ndan sonra bir son yoktur."
Yani Ehl-i Sünnet ve Şii dünya tevhid akidesi üzeredirler.
Her iki dünyanın "İslam" tarifi aynıdır:
Sünni dünyasının muteber kaynaklarından Sahih-i Müslim'in 1. cildinin 68. sayfasında şöyle yazar: "İslam beş şey üzerine bina edilmiştir. Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in (sav) onun kulu ve Resulü olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekat vermek, haccetmek ve ramazan orucu tutmak..."
Şia aleminin ifade ettiği İslam tanımı da bundan farklı değildir:
"Tek ve ortaksız olan Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in (sav) Allah'ın kulu ve Resulü olduğuna şahitlik etmek, namaz kılmak, zekat vermek, Kabe'ye hac ziyaretinde bulunmak, Ramazan orucunu tutmak. Bu İslam'dır." (Usul-ü Kafi, c.2, sayfa 56)
İki dünyanın da iman tarifi, imamet mevzusu dışında birdir.
Şii dünya, imanı şöyle tanımlar:Muhammed b.Müslim rivayet eder:
İmam Cafer'e (as) imanın ne olduğunu sordum. Buyurdu ki: "İman Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in (sav) Allah'ın resulü (sav) olduğuna şahitlik etmek, onun Allah katından getirdiğini ikrar etmek ve bunu tasdik etmek dolayısı ile kalpte kökleşen inançtır." (Usul-ü Kafi, c.2, sayfa 86)
Yani Şia'nın batılda veya sapık olduğunu iddia etmek küfürdür.
Ehl-i Sünnet'in iman görüşlerini Sahih-i Müslim, eserinin 1. cildinin 58. sayfasında şöyle yazar: "İman, "Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe iman etmen, bir de kaderin hayrına ve şerrine inanmaktır."
Kader konusunda da görüş birliği vardır:
"Ehl-i Beyt ekolüne göre hayır ve şer Allah'dandır."
Ebu Hamza es-Sumali, İmam Zeynelabidin'in (as) şöyle buyurduğunu ifade eder:
"Sabır ve Allah'dan gelene rıza göstermek, Allah'a itaatin başıdır. Kim sabredip başına gelen sevdiği veya sevmediği şeyler için Allah'a rıza gösterirse, Allah da ona başına gelen sevdiği veya sevmediği şeylerde hayır bahşeder." (Usul-u Kafi, c.2, sayfa 130)
Ehl-i Sünnete göre de hayır ve şerrin Allah'dan olduğuna inanmak imanın şartıdır.
Sünni ve Şii alemi, ikisi de imanın artıp eksileceğini savunur.
Sahih-i Buhari'nin 1. cildinin 161 ve 162. sayfasında şunları görüyoruz:
"İman dil ile söylemek ve organlarla işlemektir. İman artar ve eksilir."
Buhari, bu ifadeden sonra imanın artması ile alakalı sekiz ayet zikreder.
Ehl-i Beyt imamlarından İmam Musa Cafer şöyle buyurur:
"…İmam buyurdu ki, "İmanın halleri, dereceleri, tabakaları ve menzilleri vardır. İmanın bir kısmı tamamlığın son noktasına kadar tamamdır. Ve bir kısmı eksikliğin son noktasına kadar eksiktir. Bir kısmı fazladır ve fazlalığı ağır basar. İmam'a soru soran kişi "yoksa iman artıp eksilir mi?" diye sorduğunda İmam Musa "evet " buyurdu. (Usul-ü Kafi, c.2, sayfa 88)
Netice olarak deriz ki, İki dünyanın birleşmesi yukarıda birkaçını saydığımız ortak paydaların öne çıkarılması ile olacaktır.
Bizim de içinde bulunduğumuz Sünni dünyanın da veya Şia aleminin de yanlışları olabilir.
Nasıl hiç kimsenin Hz. Ebubekir'e veya Hz. Ali'ye (as) dil uzatmaya hakkı yoksa, kimsenin sahabeye hakaret etme cüreti de kabul edilemez.
Şia'yı sapık ve bidattedir diye karalamak veya bunun bedava avukatlığını yapmak, sadece İslam'a ve Müslüman dünyanın birliğine zarar verecektir.
Ortak görüşleri öne çıkararak kucaklaşmayı sağlamak, hem itikadı tevhid üzere olan milyonları töhmetten kurtaracak, hem de bu yanlış bakış açısını kıyamete kadar değiştirecek büyük bir hizmettir.