Prof. Dr. Haydar Baş, Hikmetin Sırları eseri birinci sohbetten derlenmiştir.
İşin esasını düşünürsek, insana ait hiç bir şey yok. Hepsi emanet. Gözlerimiz, kulaklarımız, ellerimiz, yüzümüz, canımız, ruhumuz, bedenimiz, her şeyimiz... Bize ait bir şey var mı? Hepsi Allah'a ait.
Kulluğun nüktesi, senin sahibine ait olan teslimiyetindir. O'nu sahibimiz olarak bilip düşünürsek ve bu manada O'na teslim olursak, o zaman da insan olarak aramızda olan ilişkilerimiz, birbirimizi rencide eden değil, onurumuzu okşayan, seven, büyüten, taltif eden bir anlayış şeklinde ortaya çıkar. Kulluktaki nükte işte budur.
Sen, O'nu hiç tanımadın mı, hiç saymadın mı, "Adam sen de, O yok" gibi korkunç bir badireye düştün mü, o zaman da, o mutlak iradenin Rab sıfatı, ilahlık sıfatı tecelli ediyor ve "Onun hesabını sana, Ben ahirette soracağım" (Tekasür; 18) diyor. "O (inkârcı) insanı görmedi mi: Biz onu bir nutfeden yarattık. Şimdi de aşikâr bir mücadeleci (düşman) kesiliverdi" (Yasin suresi, ayet 77).
Nutfe; meni damlası demektir. Kokmuş bir su. Düşünebiliyor musun (!) o su görüyor, işitiyor, hissediyor. Muhakeme ediyor, icat yapıyor, keşif yapıyor. Projeler imal ediyor. Hülasa kalkıp da bütün bu kabiliyetleri bir su damlasına mal etmenin, elbette ki seni yaratan Rabb'in hoşuna gitmez.
İşte kulluktaki şuur, kulluğun esprisi, "Hayır! Ben bir su damlasıyım. Benden bir şey olmaz. Asıl, sahibimdir" deyip sırtını O'na dayamaktır. O zaman da insan, kendini çok güçlü, kuvvetli biliyor ve öyle yaşıyor.
İnkar etmek zayıflıktır
İnkar eden kadar zayıf bir mahluk da yoktur. Niye? Düşün ki kainatın sahibini, kendi sahibini inkar ediyor. Oysa O'nsuz hiç bir şey olup, bir hiçlik noktasına gidiyor. Bu adamın gücü olur mu? Morali olur mu? Olmaz. Olmadığı için dikkat ederseniz kafirin sonsuz bir hesabı da olamaz. Onun hesabı sadece dünyalıktır. Dünya hayatına razı olurlar. Dünya hayatı onlar için bulunmaz bir hayattır. Bunun ötesi yoktur. Onun için onun cenneti de, cehennemi de her şeyi burasıdır. Mü'min öyle değildir. Müslüman, Allah'a teslim olarak, Cenab- ı Hakk'ı bilerek yaşar. Kulluktaki nükte budur.
En üstün makam kulluk makamıdır
Teslim olmak ne ile olur? "Ben, Allah'a teslim oldum. Ben Allah'ı sevdim" demekle mi? Günümüzde hepimiz bunu söylüyoruz.
Peki, Allah'ın, sana "yapın" diye emrettiği taatler, ibadetler var. Bunları eda ediyor musun? Ediyorsan sen iyi bir kulsun, hiç merak etme. Yapmıyorsun, o zaman kendini kandırıyorsun.
Şimdi biz, kendi kendimize soralım: Cenab-ı Hakk'ın, "yapınız" diye emrettiklerini, -hangi neviden olursa olsun. Namaz olur, oruç olur, hac olur, zekat olur, sadaka v.s. olur, yapıyor muyuz?
Yasak ettiklerinden, "haramdır" dediklerinden kaçınıyor muyuz? "Haram" dediklerine elimizi uzatırken, gözümüzü çevirirken tüylerimiz diken diken oluyor mu? Eğer oluyorsa, sen doruk noktada bir kulsun. Öyle bir kulsun ki, Allah seni bu alemdeyken cenneti ile cemali ile müjdelemiştir. Nasıl mı? Senin halin ihsan halidir. O'nu görmüyorsun. Amma O seni görüyor.
Bu idrak seviyesinde, O'na yönelip kul olman münasebetiyle sen, O'nun hem cennetini, hem cemalini kazandın. Hiç onda tereddüdün olmasın. Zaten bu idrakin halidir kulluk.
Kulluk insana ait bir makamdır. Bir rütbedir. En yüce bir rütbedir: "Bir gece, kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (Muhammed) kulunu Mescid-i Haram'dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya götüren Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir; O, gerçekten işitendir, görendir." (İsra suresi, ayet: l)
Ayette "biabdihı" kelimesi geçiyor. Yani "kulu Muhammed'i" diyor Allah. Hâlbuki Allah'ın, Muhammed Mustafa'sına verdiği birçok sıfat var. Ve bize göre en büyük sıfat, "resullüktür/peygamberliktir", öyle değil mi? "Resulü Muhammed'i" diyebilirdi . "Nebisi Muhammed'i" diyebilirdi. Ama burada görüyoruz ki kulluk hepsinin üstünde bir makam. Kul olacak, O Muhammed (as) kendini fani kabul edecek ki Allah' la beraber olsun."