Prof. Dr. Haydar Baş'ın İcmal Dergisi Temmuz 2012 tarihli yazısıdır.
İnsanın yetişmesinde din faktörü
Madem ki ideal insanın yetişmesinden bahsediyoruz, o zaman, din bahsine girmek bir zarurettir.
Din, her dönem ve devirde insanların mutlak ihtiyaç duyduğu bir kurumdur. Din kurumunun sahibi, kural ve kaidelerini, prensiplerini belirleyen bizatihi Cenab-ı Vaci-bü'l-Vücud olan Rabbimiz Allah-u Teala ve Tekaddes Hazretleridir.
Allah, bu nimeti insanoğluna ikram etmemiş olsaydı, insanoğlunun, ne benliğinden, ne de Rabbinden haberi olacaktı.
Allah (c.c.) buyuruyor ki: "Ben kuluma şah damarından daha yakınım..." Yine, "Ben her an yaratıyorum" buyuruyor. Yani, şunu demek istiyor Cenab-ı Hak: "Kullarım! Ben her yerde varım. Ben, sana senden yakınım. Öyleyse, sen, yaptığın bütün işlerde Bana danışacaksın. Beni hakem edineceksin."
Müslüman Kuran'da tarif edilirken, 'Allah'ı hakem kabul etmesi' vasfından bahsedilir. İşte, her şeyde Allah'ı hakem kabul etmenin adına iman denir, İslam denir.
İman, öyle bir ummandır ki, her şeyde Allah'ı hakem edinme, yani O'na teslim olma zaruretini beraberinde getirir.
Bu durumda, karşımıza "hürriyet" konusu çıkar. Hürriyet, hemen hemen bütün insanların üzerinde fikir yürüttüğü bir kavramdır.
Herkes kendi dünyasından bakarak bu kavram üzerinde konuşur. Fakat aslolan insanı yaratan Allah'ın hürriyet konusuna getirdiği izahtır. Bunu anlamak için de İslam'ın rükünlerinin anlaşılması ve yaşanması şarttır.
Öncelikle şunu belirtelim: Bir insanın esir olması için birilerinin ona pranga vurması şart değildir. İnsanoğlunun iç tabiatındaki nefsanî duygular ona hakim olduğunda o artık esirdir. Hayatını o kulvarda geçirir. Bir de ruhanî duygular vardır. Onlar da, insanı Allah'a bağlar. Yani insanda iki yön var: Ruh-i sultan, ruh-i hayvan. Ya onun esirisin, ya diğerinin. Akıllı olan kişi odur ki; ruhanî duygulara hayatını teslim eder.
Bu duygular, ibadat-u taat ile -özellikle zikir ile- öyle bir yücelir ki, ruh yücelir, Allah'ın tecellisine mazhar olur. O tecelli, öyle bir sevda, öyle bir muhabbet, öyle bir aşk, öyle bir hâldir ki; işte o andır hürriyet.
Yani hürriyeti insan her zaman yaşamaz. An, an yaşar. Kısaca, biz, her işimizi Allah'a endekslersek, O'nun rızasını kazanma niyeti ve maksadında olursak, ruh, bu hâl ile O'na yükselir. Yapılan en basit işte bile muhabbet peydah olur. İşte hürriyet budur.
Sonuç olarak deriz ki; ideal insanın yetişmesi, onun mesuliyetsizlik hastalığından kurtulması, gerçek hürriyeti yaşaması Cenab-ı Hakka teslimiyetle elde edilecek hususlardır. Kul olmanın gereği olarak emir ve nehiylere uygun bir hayat, bizi, bu ulvi hedeflere ulaştıracak yegane yol haritamızdır."