Müslüman-Türkler, tarihinin her dönem ve devrinde teknikte, sanatta, zanaatta kısaca medeniyette insanlığa örnek olmuştur.
Milli benlik ve şuurumuza sahip olduğumuz dönemlerde örnek oluşumuz devam etmiş, onu kaybettiğimiz oranda da zillete düşmüşüzdür.
Milletimizin medeniyeti, sahip olduğu insanlık vasıfları denilebilir ki dünyanın hiçbir milletinde yoktur. Bu münasebetten olacak ki geçmişimizde çeşitli dinlere mensup olan insanlara merhamet ufkumuz sonsuz olmuştur.
Bu sevginin ve de merhametin dış tabiatımıza yansımasında bu sevgiyi yansıttığımız fertler veya toplumlar bizler gibi samimi olamamıştır.
İnanışları ve de anlayışları gereği olacak ki husumetlerine tarihin her döneminde devam etmişlerdir. Onun için bizler millî bütünlüğümüzü daha da güçlendirerek zafiyete mâni olmamız lazımdır. Zira bizim dinî bütünlüğümüz aynı zamanda millî bütünlüğümüz demektir.
Bizdeki inanç atmosferi her türlü insana merhameti, rifkati, şefkati gerektirirken kendi dünyamızın da birliğinin bütünlüğünün dirliğinin esas olmasını vurgulamıştır. O bakımdan iç tabiatımızdaki merhameti dış tabiata yansıtırken karşı tarafın stratejik açıdan bunu istismar edeceğini de unutmamamız gerekir.
Bizim geleneğimizde Yunus'larımız, Mevlana'larımız hep bu ölçüyü korumuşlardır. Elbette ki bugün merhameti hak hesabına temsil eden kardeşlerimizin de aynı hududu koruyacaklarına dair inancımız ve güvenimiz tamdır. Aksi takdirde bizim bu vadideki müsamahamızdan istifade edip, millî bütünlüğümüze yabancı dine mensup olanlar zarar verebilirler.
Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu şöyle bir hatıra nakletmişti: "İstanbul'da gezerken dinler arası oturumun yapıldığı bir salona girdim. Oturumu idare eden Müslüman bir ilim adamı kardeşimizdi. Masanın etrafında oturanlar ise çeşitli dinlere mensup din adamlarıydı. Konuşmacılar kendi dinlerinin ve mezheplerinin kendilerine göre doğru, iyi taraflarını öne sürüyor, dinlerinin üstünlüğünden bahsediyorlardı.
Ne garip tecellidir ki oturumda hiç kimse İslam'dan bahsetmiyordu. Ben de, bizim gayemiz bu yabancı dinleri dinlemek midir, aksine bunların fevkinde olan dinimizi tanıtarak onun hakikatlerini beyan edip bu insanları aydınlatmak mıdır, diye düşündüm.
Üstelik bu oturumun adı Dinler arası Diyalog idi. Burada İslam'dan bahsedilmediğine göre bizim bu dinlerden alacağımız ne vardır diyerek, salondan ayrıldım."
Hamasi duygularından uzaklaşmış milletlerin ne dinî ne de millî davası olabilir. Onun için yetişen neslimize öz benliğimizi, kimliğimizi, tarihimizi, örfümüzü, âdetimizi, geleneğimizi, geçmişimizi ve de dinimizi öğreterek kendine güvenen bir Müslüman Türk genci modeli yetiştirmemiz şarttır.
Bu model şüphesiz tarihiyle, dili ve diniyle bütünleşen sanatını, zanaatını, örf âdetini seven nesil olacaktır. Milletimiz bu anlayıştaki insanımızın omuzlarında istikbale taşınacaktır.
Dünyada söz sahibi olmak istiyorsak herkesle uyumlu, birlik ve beraberliğini temin etmiş Müslüman-Türk gencini hep beraber yetiştirelim. Bütün varlığımızı bu insanın omuzlarına yükleyelim. Bu insan önce milletiyle daha sonra Müslüman-Türk kardeşleriyle ve de tüm İslam âlemiyle en sonunda bütün insanlıkla barışmış olarak sadece kendinin değil bütün insanlık âleminin huzur ve mutluluk kaynağı olacaktır.
Bu bir Müslüman-Türk kimliği modelidir. Bu kimlikte ne yok ki? Allah'a, Resûlü Hz. Muhammed'e iman var. Ehli Beyt'ine ve Resûlü'nün yolunda gidenlere aşk ve sevgi var, ibadet, taat var, insanlığa hizmet var. Milletiyle bir ve beraber olmak var, büyükleri saymak var, düşkünlere el tutmak var, Hak hesabına insanlara ve insanlığa tasarruf etmek var.
Hakkı sevip O'nu zikretmek var. Hidayetten mahrum olanlara acıyıp onlara hakkı taşıyarak tebliğ etmek var. Milletçe el ele gönül gönüle olup, çalışıp yükselmek var. Sabretmek var. Tevekkül ve tefekkür ehli olmak var.
Kısaca inancını iç tabiatında iktidar etmiş Yunus'lar, Mevlana'lar, Hacı Bektaş'lar, Ahmet Yeseviler var. Yani inanmış bir Türk kimliği modeli var. Kısaca geleneğine, örfüne, âdetine, tarihine, diline, dinine bağlı bir Müslüman-Türk kimliği modeli var.
Dinî bütünlüğümüzün teminatı olarak millî bütünlüğümüz
Her milleti millet yapan temel değerler vardır. Bunun tersi de doğrudur: Bu değerler zaafa uğratılıp tahrip edildikçe o millet yok olmaya mahkûm olur. Her millet için asıl olan ve korunması gereken iki önemli değer: Dinî ve millî bütünlüktür.
Bunlardan din o milletin harcı gibidir. Millî bütünlük ise; o milletin zâhirî teşkilatı ve bekasının gereğidir. Devlet ise milletin teşkilatlanmış halidir. Yani milletin organize olmuş halidir. Bu sebeple milletin korunması devleti, devletin korunması da milleti teminat altına alır. Devlet ile millet ise ancak millî bütünlükle korunur.
Peki, acaba millî bütünlük nasıl korunur? Şüphesiz millî bütünlüğün korunması mili ve manevi değerlerin korunması ve yaşatılmasıyla mümkündür.
Çok tekrar edilen, gündem olan ve fakat bir türlü muhtevası tahlil edilmeyen bir manadır "millî ve mânevî değerler" kavramı... Bu kavramların açılması aynı zamanda millî bütünlüğün unsurlarını da ortaya koyacaktır.
Asla unutulmamalıdır ki; millî değerler, manevi değerler ayrı ayrı ifade edilse de, ruh ve beden gibi iç içedir ve birbirlerinin mütemmimidir. Bu yaklaşım tarzı isabetli, diğer yaklaşımlar ise isabetsizdir ve de olumlu sonuç vermez.
Esasen sadece 'millî değerler' tabiri kullanılsa bile maksadı izaha yeterlidir. Zira, bir milletin millî değerleri tarihi misyon, ideal ve gelenekleri, psikolojik ve sosyolojik gerçekleriyle bir bütün oluşturur. Hele tarihi şan ve şerefle dolu Türk milleti için millî değerler kavramı bir tarihi ve onun zahiri ve batıni bütün cihetlerini, mana ve mahiyetini ifade etmektedir.
Şüphesiz bizim milletimizin kendine has dünya görüşü, tarihî misyonu, devlet geleneği ve buna bağlı olarak bir insan modeli vardır. Milletimize ait insan tipi, geniş gönüllü, basiret ve feraset sahibi, ileriyi gören, büyük projelere imza atan bir kişilik sergiler. Bundan dolayıdır ki, tarih boyunca bu millet dünyaya nizam vermiş, mazlumların haklarını korumuş, ilmi ve medeniyeti yaymış, insanlığa örnek olmuştur.
Milletleri büyük yapan esasen o milletin insan modelidir. Bizim milletimizde bu vasıf (yani olgun ve ileri görüşlü kemal vasfı) çok daha zengin ve belirgindir. Cihana hükmeden fatihler yetiştirmek yalnız bu millete nasip olmuştur. Zulme maruz kalanlar, biçareler çıkış yolunu ecdadımıza ve milletimize başvurmakta bulurdu.
Şimdi sormak gerekir: Milletimizi büyük, insanımızı kâmil vasıflı, engin görüşlü ve hoşgörülü yapan sır nedir? Bu öyle bir sırdır ki; millî ve manevi değerlerin kaynağını oluşturur. İşte bu sırrı yakalamak lazım. Bu sır öyle perdeler arkasına gizlenmiş değil, açıkta ortada.
Bu sır hepimizin aşina olduğu ve fakat takdirde hataya düştüğü 'tevhid hakikati'dir. Tevhid ise, İslam'ın insanlığa hediyesidir. Daha doğrusu, İslam zaten tevhidin kendisidir; ama ilmi ve ıstılâhî tabirle; İslam'ın ruhu, kalbi yahut beyni mesabesindedir.
Bu sebeple tevhid deyince akla İslam, İslam deyince de akla tevhid gelir. İslam ve onun özü olan tevhid, milletimiz nezdinde 'din' kavramını ifade etmektedir. O halde, tabii olarak millî bütünlüğün temelinin din, yani İslam olduğunu söyleyebiliriz. (İcmal Dergisi)