Prof. Dr. Haydar Baş'ın İcmal Dergisi Mart 2014 tarihli yazısıdır.
İmanın muhafazası ve ahiretin kazanılmasında en büyük amil ibadettir. İbadet; bir zevk, bir gönül sevdası, bir şölene dönüşürse, bambaşka bir güzelliktir. İşte, ibadeti manevi bir şölene dönüştüren ana faktör de zikrullahtır.
Yaptığımız ibadetin feyzini almamız lazım. İbadeti yaptığımızda Yaratan'la irtibat hâlinde olduğumuzu hissetmeliyiz. Cenab-ı Hak, ayette şöyle buyuruyor: "Beni zikredin ki Ben de, sizi zikredeyim."
Bunun mânâsı şudur: Biz "Allah" diyoruz; O da, "Ne var kulum, buyur kulum" diyor. Cenab-ı Hakk'ın 99 güzel ismi var. Hangi basamaktan, hangi esmadan, hangi ayetten O'na nida edersek, oradan bize cevap veriyor.
Cenab-ı Hakk'ın esma-i ilahisini andığımız, okuduğumuz, ayetlerini okuduğumuz ölçüde ve de nispette Rabb'imizle konuşuyoruz.
Akıl boyutuyla işi bilmek tabii ki güzel. Ama bilmesek de, manasını anlamasak da, O bizim kendi iç tabiatımızda, derunumuzda fevkalade bir haz, bir maneviyat oluşturuyor.
Bazıları, ilim adına, "manasını bilmiyorsun. Onun ne faydası var?" gibi bir mantık ileri sürüyorlar. Bu çok yanlış bir mantıktır. Bir örnekle açıklarsak; Bizim, doktorların yazdığı reçeteleri kullanabilmemiz için eczacılık fakültesini bitirmemiz gerekmez. İlaçları doktorun tavsiyelerine uyarak kullanırız ve sıhhatimize kavuşuruz.
Sıhhate kavuşmak, doktorun dediğini yapmakla mümkün. Yani şunu demek istiyoruz: İnsan manasını bilse de, bilmese de okuduğu Kur'an'ın, yaptığı zikrullahın feyzini, muhabbetini alır.
Nefsi terbiye etme metotları
Nefsin terbiyesi için ilahi ölçülere uymak şarttır. Kur'an okumak, Allah'ı zikretmek, bu manada kâmil bir insanın dediğini harfiyyen yerine getirmek elzemdir. O zatın da, müteselsilen yetişmiş, hakiki âlim olması lazım.
Mesela birden bir tanesi ortaya çıkmış, kendini mürşit ilan etmiş. Bunun irşatla, ikazla ne alakası var? "Ama Hocam o adam acayip şeyler konuşuyor" denirse, biz de, "O adam felsefe bilmiyor, tarih bilmiyor" demiyoruz; "İnsanı tanımıyor, onun ruhaniyetini, nefsaniyetini anlamıyor. Bu sezgiden mahrum" deriz.
Nefsin terbiyesinde değişik metotlar vardır. Nefsin terbiye ve tezkiyesinde, en etkili metot nefsin tamamen zikrullah ile tezkiye edilmesidir. Burada ibadet çok önem taşır. Nefis, kâmil insanın kontrolünde halis ibadetlerle terbiye edilir. Zikir ve tecelli yolu dediğimiz bu metotla insan, kemal hâline kavuşur.
Tasavvuf, Resûlullah'ın hâlidir
Tasavvuf, insanın, halk içinde Allah ile beraber olmasıdır. İnsanın asıl gayesi budur. Bu hâle insan ibadetle vasıl olur? Kim çıkar da, "Bu, İslam'da yoktur" derse, İslam'ı toptan inkâr etmiş olur.
İslam'ın hayat tarzıdır tasavvuf... İslam'ın hâl boyutudur. Bu tip iddialar kanaatimiz o ki bazı insanların takdirini kazanabilmek için söylenmiş sözlerdir veya cehalettendir veya gaflettendir.
Tasavvuf; Resûlullah'ın (s.a.a.) hâlidir, Ehl-i Beyt'in hâlidir. Belki adı konulmamıştır ama Peygamber'in (s.a.a.), sahabesinin ve bilhassa Ehl-i Beyt'inin hâlidir.
Ehl-i Beyt ve Türklerin Tasavvuf anlayışı
İslam dünyasında tasavvufu en güzel tarzda hayatına geçiren Türk milletidir. Sahabi içerisinde de bu hayatı en verimli şekilde yaşayan Ehl-i Beyt'tir.
Bir manada Ehl-i Beyt'in hâli, kulluğun doruk noktada yaşanmasıdır. Kulluktan murat; ideolojik ve siyasi analizlerden dini tamamen uzaklaştırıp, ibadet ve kalbî boyutta Allah'a vasıl olmaktır. Yani kulun kalp kulvarında Allah'a yürümesidir. Ehl-i Beyt'in tamamı, başta Fahr-i Âlem Efendimiz olmak üzere, Hz. Fâtıma, Hz. Ali, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin Efendilerimiz ve sonra gelen İmamlar, bu yolda fevkalade nitelikte bir kulluk örneği oluşturmuşlar, zevk-i manevi ile o kalp kulvarından Allah'a yürümüşlerdir.
Türklerin Müslüman olu-şuna baktığımız zaman ise; Ehl-i Beyt'in onları etkilediğini, bu metotla İslam'ı yaşadıklarını, etraflarına, komşularına, dostlarına da bu şekilde tebliğ ve tebşir ettiklerini görüyoruz.
Onun için bizim dünyamızda Ahmed Yesevi'nin, Hacı Bektaş'ın yeri çok özeldir. Türk milleti İslam'ı zevk boyutuyla, kalp boyutuyla hayatına geçiren örnek bir millettir.
Onun için bizim İslam'ı yaşama tarzımız, Sevgili Peygamberimizin ve Ehl-i Beyt'inin yaşama tarzıdır. Bunun te'vil ve tefsiri yoktur.
Dikkat edilirse, Anadolu'nun her köşesinde evliya ruhaniyeti buram buram kokar. Çünkü onlar, Resûlullah'ın (s.a.a.) ve Ehl-i Beyt'in vârisleridir.
Türk milletinin bu manada İslam'ı yaşaması bir başkadır. Cenab-ı Hak, bunu anlamayı ve hayatına geçirmeyi bize de nasip etsin!"