İnsanın maksadı Allah'a yürümektir. Cenab-ı Hak, bir ayet-i kerimede, "Dünya oyundur, oyuncaktır", bir başka ayette, "Ahiret için çalış, dünyadan da nasibini unutma" buyuruyor.
Hz. Fahr-i Alem Efendimiz ise, "Dünya ahiretin tarlasıdır" buyuruyor. Yine başka bir hadiste de, "Dünya sevgisi bütün hataların, yanlışların başıdır" Ne- bevî ikazı yapılıyor.
Dikkat edilirse, bu ikazlarda bir yandan dünya yeriliyor, diğer yandan da önemine işaret ediliyor. İster istemez akla şu soru geliyor: Bunu nasıl birbirinden ayıracağız?
Burada gaye ve niyet neticeyi belirleyen unsurlardır. İnsan, dünyada bir geçici varlıktır. Eğer bunu bu maksat ile kavrayamazsa, o zaman, dünyayı karşısında ilahlaştırır. Sanki burada hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayacağını zanneder. Asıl maksadını unutur. İnsanın maksadı Allah'a yürümektir. Allah'ın rızasını kazanmaktır. Bu maksadı unutunca da dünya onun gözünde koskocaman bir put olur.
İnsan dünyayı, Allah'a yürüyeceği bir zemin olarak kabul ederse, ne şekilde yürüyeceği konusunda ona imkanlar bahşedilmiştir.
Maksat bellidir: İnsan Allah'a kulluk yapacak. Semada kulluk yapmıyorsun. Şu arzın üzerindesin. Buradaki şartları da O'na, Allah'a endeksleyeceksin. Her işini, O'nun rızası istikametinde eylem haline getireceksin.
Mesela bu, çalışmak olabilir. Bir insan, "Allah, benden razı olsun" diye gece-gündüz çalışırsa, servet edinirse bu, ibadet olur. Niye? "Ben bununla sadaka vereceğim, zekat vereceğim, komşuyu doyuracağım, okul yapacağım, yol yapacağım"; inanç bu.
Yani sen dünya servetini binek yaptın. Sırtına bindin. O seni Allah'a taşır. Bu ibadettir. Ama bir de şöylesi var; çalışır kazanırsın; hiç kimseye hayrın olmaz, hasenatın olmaz, o da senin için büyük bir zarar kaynağı olur.
Hep ona yönelirsin. Ona yöneldiğin, yüzünü o tarafa döndüğün için de Allah'ı unutursun. Halbuki ikisinde de çalışıyorsun. Ama niyet ve maksatlar birbirinden çok farklı. Niyet ve maksadın Allah'a gitmek, O'nun rızasını kazanmak olursa, ne kadar fazla çalışırsan çalış ibadet, O'nu unutmak olursa, büyük bir zillet olur.
Allah'ın rahmetinden ümit kesilmez
İnsanlar çoğu kez, yaratılış gayelerini unutmalarından veya onu hayata tatbik etmemelerinden dolayı kaybediyorlar. Halk arasında şu çok yaşanıyor; gençliklerini masiyyet yolunda geçiriyor ve ondan sonra da "Nasıl olsa biz kaybettik" diyerek ümitsizliğe kapılıyorlar. Bu çok yanlıştır.
Nefis sahibi olarak her insan mutlaka hata yapar, günah işler. Bunu bir defa unutmayalım. Allah Gafuru'r-Rahim'dir. Biz yaptıklarımıza güvenmeyeceğiz. Allah'ın rahmetine, merhametine güveneceğiz. Allah'ın rahmeti bizim günahlarımız yok eder. Güvencimiz bu olacak. İnancımız bu olacak.
"Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz" ayeti nâzil olduğu zaman, Resûlulah'ın amcası Hz. Hamza'yı şehit eden Vahşi, "Ben de mi ümidimi kesmeyeyim?" diyor.
O da sağdan soldan İslam'ı duyup, Müslümanların geliştiğini, tekamül ettiğini görünce ciddi bir nefis muhasebesi yapıyor.
Müslüman olmak gerektiğine inanıyor. Ama öyle bir iş yapmış ki Vahşi, Resûlullah'ın mübarek amcasını şehit etmiş. O da yetmiyor, kalbini çıkarmış, Ebu Süfyan'ın karısı Hind'e vermiş.
Tabii o sahneyi hatırlıyor. Tüyleri ürperiyor. Resûlullah haber gönderiyor: "Merak etmesin! İman etsin gelsin." Şimdi, hiçbir kulun günahları Allah'ın rahmetini aşamaz. Fazilet, insanın bu dönüşü yapmasıdır. Hangi yaşta olursa olsun dönüş yapıp Allah'a yürümenin yollarını aramamız lazım.
Ebedi genç kalmanın sırrı
Günümüzde kimi insanlar günahlarına bakarak ümidi kesiyorlar, kimileri de ebedî genç kalmanın yollarını arıyorlar. O zaman ebedi genç kalmanın sırrı nedir?
Bunu kısaca şöyle izah edebiliriz:
Cesedin bir ömrü vardır. Eğer aklımızı onun ölçülerine mahkum edersek, pörsürüz. 30 yaşında da pörsürüz, 40 yaşında da pörsürüz, 20 yaşında da pörsürüz. İhtiyarlık budur; insanın âtıl kalması, kendini birtakım duyguların mahkumu yapmasıdır.
Gençlik ise, insanın Allah ile kendi hukukunu sağlam bir zemine oturtması, hep "O'ndandır" diyerek hayatını yaşaması ve diri kalmasıdır.
Yani gençlik ruhanî bir olaydır. Her zaman genç kalmak ruhanî bir diriliktir. O'nunla beraber olduğunuz zaman -tabiri caizse- adeta bir oluk sizin kalbinize bağlanmıştır; ağlarken sevinirsiniz, gülerken sevinirsiniz, koşarken sevinirsiniz, kızarken sizde sevinç vardır. Böyle bir insan olmak lazım. O insan genç insandır. Asıl delikanlı odur. Bu halden uzak insan, pörsümüştür. Allah, ona yardım etsin.
İnsanlara hizmet etmek insanı yüceltir
Yeri gelmişken şu hususu da belirtelim; insanlara hizmet etmek insanı kıymetli kılar, Allah katında yüceltir. Hizmet etmek istiyorsanız mutlaka insanları sevmeye ve onlara merhamet etmeye mecbursunuz. Unutulmamalıdır ki, sevginin temelinde merhamet vardır.
Bu hal, Allah ile kurduğunuz ilgiden kaynaklanır. Allah ile bağ kurdunuz mu; o bağ yoluyla, O size nazar eder. Sevgi, Rabbin size bakmasıdır. Allah'ın nazar etmesidir.
Kulunun kalbine tecelli ediyor Allah. O kalp yumuşak oluyor. Sert olmuyor. "Yumuşak kalpli" dediğiniz zaman ne anlatmak istiyorsunuz? Merhametli insanı, şefkatli insanı, rikkatli insanı anlatmak istiyorsunuz. Her şeyin temeli o sevgi ve merhamettedir. O nedenle mü'minleri seveceğiz ve onlara hizmet edeceğiz.
İnsanın elinden tutmak aslında çok büyük bir olaydır. Maksadımız sadece nefsimizi bir seviyeye getirmek olmamalı. Başkasına yük olmamak iyidir ama faziletli, erdemli, kâmil insan demek; herkesi bir noktaya taşıyan insan demektir.
Kimsenin, elinden, dilinden zarar görmediği, bilakis fayda gördüğü insan demektir.
Onun için hem sözüyle, hem duygusuyla, hem fikriyle, hem maddiyatıyla karz-ı hasen yapmalı insan. Yardımda, ihsanda bulunmalı. Onlar zaten onu huzura, mutluluğa, anlatmaya çalıştığımız hayata taşır. Bu özü ortaya koyup her birimize, her kişiye mâlettiğimiz zaman herşeyin değiştiğini göreceğiz. (Prof. Dr.
Haydar Baş,
İcmal Dergisi Temmuz 2016)