Prof. Dr.
Haydar Baş'ın gazetemizde 12.07.2017 tarihli yayımlanan yazısıdır
İstanbul'un ev sahipliğini yaptığı Dünya Petrol Kongresi'nde konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, 'büyük bir fırsatın kaçırıldığını' ifade etti. Cumhurbaşkanı, 'fırsat kaçtı' derken; Doğu Akdeniz'in kalkınmasının, Akdeniz'de barışın devamının ve Türkiye'nin dostluğunun kaybedilmesinin altını çizse de bizim açımızdan hakikaten Kıbrıs üzerinden sağlanacak fırsatlar kaçıyor.
Baştan ifade edelim ki, halen Kuzey Kıbrıs Türk Devleti'nden bahsedebiliyorsak maalesef bunu Türkiye'nin veya Türk kesiminin gayretlerine değil de, Rumların Türk tarafını reddetmesine borçluyuz.
Malum AB üyelik sürecinde Kıbrıs Rum kesimiyle birleşme konusunda 'Evet' reyi kullanan Türklere karşın Rumlar 'Hayır' dediği için halen Ada'da iki devlet ve iki kesim varlığını sürdürebiliyor. Ancak garantör Türkiye, Yunanistan ve İngiltere gibi politikalar izleyip kuzey kesime sahip çıkamadı.
Öyle ki, Ada'nın güneyinden çıkan doğalgazın işletilmesi hakkı Rumlarda ve Türkiye'nin 'kaynaklar Ada'nın tamamına ait' itirazını hiçe sayarak işletim lisansı vermekteler. Fransız Total, Amerikan Noble ve İsrail ortaklığıyla Delek şirketleri bu lisansa sahipler.
Kaçan bir fırsat varsa bu, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin de olan doğalgazın dünyaya dağılımı konusunda garantör Türkiye'nin hak sahibi olabileceği fırsatıdır.
Ne Rumlar, ne Yunanistan, ne de garantörlerden İngiltere buna asla izin vermiyor.
Türkiye elindeki fırsatları hakikaten değerlendiremiyor.
Shell firmasında 20 sene genel müdürlük yapmış olan Antony Robinson, "Bütün Amerikan petrol şirketleri bilirler ki, yapılan araştırmalar Türkiye'nin bir petrol denizi üzerinde olduğunu gösteriyor" itirafında bulunmuştu.
Çekilen uydu fotoğraflarında bilhassa 5000 metreden sonra yoğun petrol yatakları görülmüştür. Ancak hazine üstünde oturan dilenci misali Türk insanı aç, işsiz ve gelecek kaygısı içinde.
Bizler, Türkiye'nin dünyanın üçüncü en zengin altın rezervine sahip olduğunu, petrol denizi üzerinde yüzdüğünü, dünyanın en zengin bor yataklarının ülkemizde yer aldığını, yüzlerce çeşit madenin Anadolu topraklarında işlenmek için beklediğini belki on yıldır anlatıyoruz.
Dinleyip kafa sallayanlar, "yeraltı kaynağımız yok, bizde hiçbir şey yok" diyerek, bilerek veya bilmeden bu zenginlikleri milletten gizleyenlere oy verdiler.
"Yeraltı kaynaklarını; yüzde 51'i devletin, yüzde 49'u milletin olmak üzere işletelim; hatta bu kaynakları teminat göstererek henüz toprak altında iken senyorajı devreye koyalım emisyonu genişletelim, bu milleti sefaletten kurtaralım" diye yıllarca anlattık.
Ancak nafile, ya dediklerimizi anlamakta zorlandılar ya da önlerine atılan üç kuruşa geleceklerini sattılar.
Aynı hata bugün de tekrarlanmaktadır.
Türkiye'nin vizyon olarak enerjide merkez olmasından bahsedenler öncelikle kaynaklar bakımından belki de dünyanın en zengini olan ülkemizdeki fırsatları hayata geçirmeliler.
Bırakalım Kıbrıs doğalgazını topraklarımızdan geçirme karşılığındaki paradan medet ummayı da; bir Gümüşhane'den çıkan altın yüzyıl Türkiye'yi bakabilecek kadar fazla iken önce Anadolu'dan fışkıran petrole, doğalgaza ve madenlere sahip çıkalım.
Kıbrıs
Prof. Dr. Haydar Baş'ın gazetemizde 18.11.2011 tarihli yayımlanan yazısıdır
1974 yılında yapılan Barış Harekatı neticesinde 15 Kasım 1983 yılında bağımsızlığını kazanan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, kuruluşunun 28. yılını törenlerle kutladı.
Kıbrıs'ın bağımsız bir devlet olmasını kutlayan devlet erkanı, bir yandan da BM gözetiminde Rumlarla devam eden görüşmelere katılıyor. Eğer görüşmeler Batının istediği gibi neticelenirse on binlerce şehit vererek kazandığımız bu vatan parçası bugün masa başı oyunlarıyla elimizden çıkmak üzeredir.
Bilindiği gibi Kıbrıs Rum kesiminin arkasında Yunanistan vardır. Rum kesiminin adanın tek temsilcisi olarak AB üyeliğine dahil edilmesi de arkasındaki bu devletin kulisleriyle gerçekleşmiştir.
Ancak Kıbrıs Türk'ü ve Kıbrıs Türk devleti garantör Türkiye'den gereken desteği görmemektedir. Ocak ayına kadar netice alınması beklenen müzakerelerde anlaşma sağlanırsa, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti bağımsızlığını kaybedecek ve federatif yapıya dahil olacaktır. Bu konuda Türk hükümeti adına açıklamalarda bulunan Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay da, "Biz federal Kıbrıs'ı destekliyoruz" ifadesini kullanmıştır.
Eğer Türkiye Kıbrıs'a gereken maddi ve manevi desteği vermiş olsa idi, Kıbrıslı bugün önüne konan şartları elinin tersi ile atardı. Hatırlanacaktır, AB'ye giriş oylamasında "Eğer KKTC evet oyu kullanırsa onun tanınacağı" vaad edilmiş ve halk bu vaadin ardından neticelerini düşünmeden "evet" oyunu atmıştı. Yani Kıbrıs Türk devleti 28 yıldır uluslararası arenada kendisine prestij sağlayabilecek bir imkanın peşindedir.
Bu ana kadar garantör Türkiye'nin bu yönde bir gayreti görülmemiştir. Tam tersine bağımsızlığını kaybedeceği müzakereler desteklenmektedir.
Kıbrıs Türkiye için Akdeniz'den gelecek bir tehdide karşı da güvencedir.
Aslında Türkiye'de yeni Anayasa değişiklikleri ile federatif yapının önünü açmaya hazırlanan Türk hükümetinin, Kıbrıs için de aynı mantıkla düşünmesi şaşırtıcı değildir.
Kıbrıs'taki şartlar ve Türkiye'deki Anayasa hazırlıkları için hükümetten beklenen birlik ve beraberliği muhafaza edebilecek bir çizgi takip etmesidir.