Prof. Dr. Haydar Baş'ın Niçin Türkiye adlı eseri 1. Bölümden alınmış yazısıdır.
(dünden devam ediyoruz)
Dikkat edilirse tarihte, milletler din değiştirirken veya bir dine girerken mutlaka onlara bir baskı olmuştur. Ama Türk milletine gelince böyle bir baskı söz konusu değildir. Mazisinden gelen anlayışıyla, dini yaşayışıyla İslam'ı karşılaştırıyor. O, ruhundaki Tevhit itikadının gönlüne verdiği rahatlıkla "bu benim dinim" diyor ve İslam'a giriyor. İslam'a girdiği zaman da çok fevkalade bir feyz, bir muhabbet alıyor.
İslam'la tanıştığımız bölge Horasan'dır
Dikkat edilirse bizim ilk defa İslam'la tanıştığımız bölge Horasan'dır. Horasan Türkleri o tarihte Ehl-i Beyt çizgisinde İslam'ı yaşayan insanların bölgesi. İlk temasımız onlarladır. Yani biz, İslam'ı,Ehl- i Beyt'in dilinden, elinden, gönlünden aldık.
Yani biz İslam'a sevda boyutundan girdik. Muhammed aşkıyla girdik. Ali'nin aşkıyla girdik. Fatıma'nın aşkıyla girdik. Hasan'ın aşkıyla girdik. Hüseyin'in aşkıyla girdik. Onun için bizdeki türkülerde "sabahın seher vaktinde Ali'yi gördüm Ali'yi" vardır.
Bunlar bir manada hem musiki dünyamızda hayatımızı süsleyen güzel sözler, hem de gönlümüzü ihya eden feyz ve muhabbet dolu hakikatlerdir. Sülalenize bakın, mutlaka bir Hasan, Hüseyin vardır. Kime, hangi yere giderseniz gidin bir Hasan, bir Hüseyin bulmamak mümkün değil.
İçimizde Ehl-i Beyt'e karşı, Resulullah'a karşı fevkalade bir muhabbet vardır
Müsaadenizle ben, kendi aile efradımdan bahsedeyim.Büyükannemin adı Amine, Türk edası ve ifadesiyle Emine. Babam rahmetlinin adı Hasan'dır. Ondan küçüğünün adı Hamza'dır. Onun küçüğünün adı Hüseyin'dir. Onun küçüğünün adı Ali'dir. Bendenizin adı Ali Haydar'dır.
Bizden sonra gelenler, bizim vesile olduklarımız, Osman'dır, Amine'dir, Hasan'dır, Hüseyin'dir, Mustafa Hayri'dir. Hülasa bütün bunları biz hayatımızda renklendirirken, bu isimleri çocuklarımıza koyarken kimse gelip de bize "bu ismi koyacaksın, şu ismi koymayacaksın" demedi. İçimizde Ehl-i Beyt'e karşı, Resulullah'a karşı fevkalade bir muhabbet vardır.
Bu, Türk'ün itikadı farklı bir itikattır. Bu itikat, bizi farkında olmadan Allah'a ve Resulüne taşıyan fevkalade bir yoldur… Bu nezaketi, bu nezafeti bu millette buluyoruz biz.
Yani biz, İslam' ı, özünde Ehl-i Beyt akidesini, zaman ve mekan şartları içerisinde en güzel tarzda yaşayan, sadece yaşamakla da kalmayıp bütün insanların yaşaması için hayatını buna vakfeden bir anlayışın nesliyiz.
Onun için bizim tarihimizde, bizim geçmişimizde hayır, hasenat çoktur. Bizim ceddimizin hükümran olduğu yerleri gezdiğinizde, sarayların yanında kervansarayları bulursunuz. Aşhaneler vardır. Çeşmeler vardır.
Bütün bunlar bizim milletimizin kendi nefsinde yaşadığı değerleri sadece nefsine münhasır bırakmayıp bütün insanlığa adeta ikram etme seferberliğine girmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Bizdeki komşuluk başka millette yoksa işte bu nedenle yoktur.
"Komşusu açken tok yatan bizden değildir"
Bizim kapı komşularımız vardır. Bütün komşular birbirinden razıdır. Arasıra komşular kendi aralarında münakaşa ederler, kavga ederler. Ama bir bakarsın beş dakika sonra hemen bir araya gelip barışırlar. Kavgalı bile olsalar, yardıma muhtaç olduğu anda hemen komşusunun yardımına koşarlar, ihtiyaçlarını giderirler. Düğününde, cenazesinde öyle bir birlik, öyle bir beraberlik görürsünüz ki hayret edersiniz…
Bütün bunları yaparken de Hz. Peygamberin (as) şu hadis-i şerifini ölçü alırız: " Yanı başında komşusu aç olduğunu bildiği halde tok yatan bizden değildir".