"Casusluk hadisesi, Müslümanların durumunun İslam düşmanlarına karşı en açık bir şekilde ortaya konulması konusunu içerdiğinden, büyük önem taşımaktadır.
Bu, çirkin bir ihanet ve büyük bir günahtır. Eğer casusluk, kâfirlerin Müslümanlara galip gelmeleri arzusuyla yapılıyorsa kişiyi kâfir yapar.
Eğer böyle değil de dünyalık bir çıkar için veya sevilen bir kimseyi korumak düşüncesiyle yapılıyorsa, bu da kişinin çok büyük bir günah kazanmasına sebep olur.
İmam Buhari 'Sahih'inde, Hz. Ali'ye dayanan bir rivayette şöyle bir hadise zikretmektedir: Hz. Peygamber; Hz. Ali'yi, Zübeyr ve Miktad b. Esved'i göndermek üzere çağırdı ve "Hemen Hah bostanına varın. Orada mahfe içinde yolcu bir kadın bulunmaktadır. Yanında bir mektup taşımaktadır. Hemen mektubu onun elinden alıp getirin" buyurdu.
Hemen harekete geçildi ve bostana varıldı. Gerçekten denilen yerde, mahfe içinde bir kadın vardı. Ancak, kadın kendinde mektup olmadığını iddia ediyordu.
Bu defa ona, "Ya mektubu verirsin, ya da boynunu vururuz" dediler. Kadın, bunun üzerine mektubu verdi.
Mektubu alan Resulullah, mektupta, "Hatib b. Ebi Beltea'dan, Mekke halkının müşrik insanlarına!" yazılı olduğunu gördü. Bunun üzerine Hatib çağırılıp sorguya çekildi.
Hatib dedi ki: "Ya Resulullah! Ben, Kureyş ile anlaşması bulunan bir kimseyim. Bizzat Kureyş'ten biri değilim. Hâlbuki Muhacirler'in Mekke'de yakınları ve akrabası bulunmaktadır. Muhacirler, bu sayede Mekke'de kalan çocuklarının himaye ve korunmasını sağlamış durumdadır. Malları da aynı şekildedir. Hâlbuki benim, Mekkelilere soy bakımından bir yakınlığım yoktur. Bu bakımdan ben, yakınlarımın himayesine bir vesile diye, yanlarında bir iyiliğim olsun istedim. Yoksa ben, herhangi bir küfür ve dinden dönme gibi bir sebeple böyle hareket etmediğim gibi, İslam'dan sonra küfre rıza gösterme anlamında bir şey sebebiyle de bu yola girmedim."
Resulullah, "Hatib doğru söyledi" buyurdu. Ancak Ömer, "Ey Allah'ın Resulü! Beni bırak bu münafığın boynunu vurayım!" diye izin istedi.
Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Hatib, Bedir Savaşı'nda bulunmuştur. Ne bilirsin; Allah'ın Bedir ehli hakkında bir bildiği vardır ki, onlar hakkında şöyle buyurmuştur: Dilediğinizi yapın sizi bağışladım."
Bu olay üzerine; Mümtehine Sûresi'nin birinci âyeti nâzil oldu: "Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Siz onlara sevgi (yüzünden Peygamberin ve müminlerin maksadını) ulaştırıyorsunuz. Hâlbuki onlar, size hak olarak gelen Kur'an'ı inkâr etmişler;
Resulü de, sizi de, Rabbiniz olan Allah'a inanmanızdan dolayı yurdunuzdan çıkarmışlardır.
Eğer siz, Benim yolumda savaşmak ve Benim rızamı kazanmak için çıkıp hicret etmişseniz, onlara sevgiyle (nasıl) sır veriyorsunuz?
Ey kullarım! Oysa Ben, gizlediğinizi de, açıkladığınızı da çok iyi bilenim. İçinizden kim bunu yaparsa, muhakkak dosdoğru yoldan sapmış olur."
Taberi, bu ayetin tefsirinde, "Yakınlarınız, akrabanız, çocuklarınız sizi Allah'a inkâra sevk etmesin. Böylece gidip Allah düşmanlarına sevgi kucağınızı açmak suretiyle dostluk kurmayınız.
Çünkü kıyamet gününde, Allah katında hiçbir yakınınız, akrabanız ve çocuğunuz size yarar ve menfaat sağlamayacaktır. Allah'a itaat edenler cennete gidecekler ve masiyet ehli ile küfür ehli ise cehennem ateşine girenlerden olacaklardır" der.
Allame İbn Kayyım ise, bu hadiseye dayanarak; casusun Müslüman da olsa, öldürülmesinin câiz olduğu görüşünü savunmaktadır. Bu görüşüne gerekçe olarak da şunu göstermektedir:
Ömer b. Hattab'ın, Resulûllah'tan Hatib'i öldürmek için izin istediğinde Resulûllah, "O Müslümandır, öldürülmesi helal değildir" dememiş, "Ne bilirsin; Allah'ın Bedir ehli hakkında bir bildiği var ki, onlar hakkında şöyle buyurmuştur: Dilediğinizi yapınız" şeklinde cevap vermiştir.
Başka bir deyişle; İbn Kayyım, eğer Hatib, Bedir'de bulunmamış olsaydı, Resulullah'ın onu öldüreceği görüşündedir." (Prof. Dr. Haydar Baş, Rahmet-el lil Alemin eserinden)