Şunu çok iyi bilmek lazım ki AB, kendi içinde asırlar boyu devam eden bir kavganın bir araya getirdiği bir milletler topluluğudur.
Avrupa'nın kavgası, sadece dış tabiatıyla bağlantılı bir kavga değildir. Kendi menfaatleri, çıkarları doğrultusunda yaptığı hareketlerden ibaret değildir.
Batı, kendi içerisinde de yüzyıllar boyu süren bir inanç mücadelesi vermiştir. Bu mücadele 1900'lü yıllara kadar devam etmiştir. Denilebilir ki Fransız İhtilalinden sonra Avrupa, kendi iç barışının temini yolunda birtakım adımlar atmıştır ve bu doğrudur.
Bizimle, onlar arasındaki münasebet ise tamamen bir medeniyet farkıdır. Bunu da çok iyi görmemiz lazımdır. Buradan hareketle demek istediğim şey şudur: Avrupa'nın geldiği bu netice kendi içinde çıkarları icabıdır ve olması gerekeni yapmışlardır.
Zaten Avrupa, gelinen bu noktada birliğini kuramaz ise dünyada teşekkül eden güçler karşında yok olmaya mahkûm kalacaktı. Bu münasebetle Avrupa Birliği'ni oluşturmuştur. AB'nin bundan sonraki hedefi, bu milletlerin, bu devletlerin hedefi tek millet, tek devlet, tek bayrak, tek para, hatta tek ordu, tek asker olma yönüne gitmektir. Avrupa, şimdi bunu yapıyor.
Çünkü örfü, âdeti, geleneği, her şeyi bir ve beraber olan bu insanların bir dedenin torunları, bir babanın evlatları gibi, böyle bir birliği dünyanın geldiği bu nokta da vücuda getirmeleri kendi çıkarları icabıdır.
Bize gelince! Biz çok ayrı bir milletiz. Evvela biz, Şark milletiyiz. Orta Asya'dan Anadolu topraklarına gelmiş, yerleşmiş insanlarız. Bu Şark milleti, Doğu medeniyetinin temsilciliğini yapan bizim, Avrupa ile hakikatte bir medeniyet ayrılığımız söz konusudur.
Bu ayrılıktan olacak ki, tarih boyu bizimle, batı arasında kavgalar olmuştur. Şimdi gelinen bu noktada; Biz bunu bir anda kaldırıp, yok edelim. Bu farklıklar sona ersin" şeklindeki ifadeler veyahut da iddialar aslında bir rüya görmekten başka bir şey olamaz. Neticeyi göreceksiniz. Avrupa'nın, bizi kendi içinde hazmetmesi, varlığımızı kabul etmesi zor, belki de imkansızdır.
Ama siz, onun milletinden olursanız, onun ordusundan olursanız iş değişir. Yani, ordunuzu terhis edeceksiniz. Elinizde asker kalmayacak, bayrağınızı tek bayrak haline getireceksiniz. Paranızı onların para unsuru olarak kabul edeceksiniz: böyle bir birliktelik derseniz bu olur. Ama bu, Türk milletinin varlığının yok olması manasına gelir. Böyle bir birliği, bizim milletimizin kabul etmesi hiç mümkün değildir.
Bu millet, İstiklal Savaşı'nı, AB'yi meydana getiren anlayışa karşı vermiştir. Demokrasilerde, millet adına yapılan her icraat mahiyeti itibariyle millete mutlaka sorulur…
Kopenhag Kriterleri
Bunlar bizim, şahsımıza ait sözler değil, Kopenhag Kriterlerinden alınmış sözlerdir.
'
Azınlıklara siyasi haklar tanınacak'. Ben evvela bu nokta üzerinde durmak istiyorum. Onlar, azınlık dediği şeyden tamamen T
ürkiye'deki Kürt kardeşlerimizi kastediyorlar.
Türkiye'de Kürtler, Lazlar vs. gibi unsurlar azınlık değil, çoğunluğun ta kendisidir. Yani Türkü, Kürdü, Lazı bir millettir. Türk milletinin öğeleridir. Tarih boyu biz bunu böyle yaşadık.
Bugün Elazığ'da, Tunceli'de, Diyarbakır'da, Güneydoğu ve Doğu Bölgesinde olan bu kardeşlerimizin diğer bir kardeşi de veyahut da anası, babası da diğer bir vilayetimizdedir. Mesela Karadeniz'dedir. Mesela ben Karadeniz'de birçok Tuncelili Kürt asıllı kardeşimizi tanıyorum. Benim bunlara "Kürt "diye ayrılıkçı bir nazarla bakmam hiç mümkün değildir. Bu, benim öz kardeşimdir.
Zaten Batı'daki ilim adamı adı altındaki etnik ayırımcıların Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni bölebilmek için aslı ve özü Türk olan bu kardeşlerimizi illa da ayrı bir ırk olarak gösterme gayretkeşliği vardır. Bunu çok iyi görmemiz lazımdır. Kopenhag Kriterleri ile oynanmak istenen oyunun aslı budur. "Azınlıkların siyasi haklarıymış! Yarın Lazlar da bir azınlık, Çerkez kardeşlerimiz de bir azınlık diye adlandırılacak.
Oysa vatan sathında, Misak-ı Milli hudutları dahilinde yaşayan vatandaşlarımızın hiçbirinin böyle bir derdi, böyle bir iddiası yoktur. Benim üzerinde durduğum birlik ve beraberlik konularının aslı ve özü de insanımızın ayık olması, şeytani unsurların milletimizi bölmeye çalışmasını dikkate alması gerektiği hususudur.
Neymiş? "
Fener Rum Patriğine ekümeniklik sıfatı verilecekmiş. Fener Rum Patriğine ekümenik sıfatı verildiği zaman bu ne demek oluyor? Fener Rum Patriği, Vatikan gibi müstakil bir site devleti kurma hakkına sahip olacak.
İtalya'da,Vatikan'ın bu örfü, bu âdeti, bu geleneği kabul etmesi kendi şartlarındandır. Bizim de kabul etmememiz kendi tabii şartlarımızdandır. Yani orada bunun kabul edilmesi nasıl o toplumun bir gereği ise, burada kabul edilmemesi de bu toplumun gereğidir.
Diğer bir husus; "
Karadeniz Rum Pontus varlığının kabul edilmesi. Karadeniz'de Rum Pontus varmış ve bunu kabul edecekmişiz. Bunu AB diyor. Kopenhag Kriterlerinde bu geçiyor. Bunu bilen bir Karadenizli buna "evet " der mi? O halde ben siyasi iradeye çok rica ediyorum. Siyasi irade böyle bir neticeye kesinlikle "evet" demez. Buna bizim itimadımız tamdır. Ama bunların niyet ve maksadının da bu olduğunu anlatmamız, açık lamamız lazım.
Kıbrıs'ın kararını, orada yatan şehitlere sormamız lazım. Millet adına bir hususu konuşuyoruz, görüşüyoruz isek; onu milletin önüne tam koyacağız.
Arkadaşlar, adamlar böyle diyor. Siz ne diyorsunuz, diye soracağız. Bunu diyenleri biz denize döktük. Merhum Atatürk ve arkadaşları denize döktü. Türk milleti İstiklal Savaşında bu anlayışla mücadele verdi.
Diğer bir husus, "Kıbrıs konusu BM ve AB normlarına göre kabul edilecektir." BM ve AB ölçülerine göre bu meseleler kabul edilirse herhalde bizim Kıbrıs diye bir davamızın olması mümkün olmayacak. İşin Türkçesi budur.
Bu mantıkla Kıbrıs, Türklerin elinden alınacak. Peki, adama: "Asırlar boyu bu milletin tasarrufunda kalan bu ada için 1974 çıkarmasında bu millet beş bin tane şehit verdi. Sen bu hareketinle bu millete mi küfrediyorsun beyefendi ?" demezler mi? Elbette derler.
Bir başka istekleri daha var: Türk Milletinin, Ege'de birtakım hakları var. "Bu haklardan vazgeçeceksin", deniliyor. Kopenhag Kriterlerinin başka birtakım iktisadi yönleri var.
Bu konulara girersek mesele epeyce uzar. Ancak ben, bu hususun, bu anlayışın Türkiye Cumhuriyeti Devletinin varlığına zarar getirebileceğini, devletin varlık sebebini ortadan kaldırabileceği gerçeğini de bir kere daha ifade etmek istiyorum."
("Niçin Türkiye" eserinden)