Cenab-ı Hakk'ın yeryüzünde yarattığı, sayılarının tespitini yapamadığımız nitelikte varlıkları vardır. Bu varlıklar içerisinde Allah'ı temsil eden, Allah'a yeryüzünde vekalet eden erdemli insanlar vardır.
Bu insanlar kâmil insan diye vasfedilirler. Bu insanın yetişmesi bazı şartlara ve prensiplere göre olacağından, günümüzde bu insanı bulmak zordur.
İnsan-ı kâmili, Allah, Kur'an-ı Kerim'inde medh-ü sena ediyor. İnsan-ı kâmilden asıl maksad Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'dir (s.a.v.). Ardından diğer ulu'l-azim peygamberler ve Ehl-i Beyt gelir.
Onların ardından da halk arasında evliya-i kiram hazeratı diye tanıdığımız insanlar, ulema sınıfları gelirler. Kur'an tasnifine göre salih ve saliha kullar gelir.
Bunların varlığına, kimliğine, sıfatlarına baktığımızda tamamında hakim olan ana gaye Allah'ı memnun etmektir.
İnsan-ı kâmil hayatını, Allah'ı memnun etme mantığı üzerine bina etmiştir. Hangi işte olursa olsun, "Ben bu işte Allah'ı nasıl memnun edeceğim. Benden nasıl memnun, razı olacak?" hedefi yatar. O, hayatını böyle tayin ve tanzim eder. En küçük bir şüpheden dahi kaçınır.
Kemal ehli insan arayışı
Geçmişte insan-ı kâmilleri yetiştiren ocaklar vardı. Buna biz mektep de diyebiliriz. Zamanımızda böyle bir yetişme yeri ve mektep olmadığından bu insanları bulmak zor hale geliyor.
Dediğimiz gibi bunlarda Allah'ı memnun etme baş gaye olduğu için onlarda hakim olan husus da Cenab-ı Vacibu'l-Vücud olan Allah'ı sevmedir.
O'nun sevgisine mazhar olabilmek için her türlü çabayı, gayreti ortaya koymaktır. Hiçbir şeyden kaçınmamasıdır.
Zaten insan, bu sevgiye mazhar olduktan sonra bu yolu bırakması, daha doğrusu Cenab-ı Hakk'a varışı, O'na yürüyüşü terk etmesi mümkün değildir.
Zira Cenab-ı Vacibu'l-Vücud Hazretleri öyle bir sevgi ile kulunu kendine davet ediyor ki; bu davet-i İlahiyi yaşayan ve duyan o kul, seyrine devam ediyor.
Önüne hangi zorluklar çıkarsa çıksın, "değil mi ki benim varmak istediğim maksad bu alemin halikı olan Rabb'ımdır, o halde bunlar bir şey değildir" inancıyla yoluna devam ediyor.
Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri'nin dediği gibi de O'ndan gelen her şey güzel olur. Yani hayır da olsa güzel olur, şer de olsa güzel olur. Kâmil insan bu mantıkla hayata bakar.
Mahlukatın tamamına Allah'ın nazarıyla bakan bu insanda mutlak hakim olan öge merhamettir.
Bu insan eğer bir yerde idare eden ise onun kaçınılmaz vasfı da adalettir. Dikkat ederseniz günümüzde en fazla şikayet edilen konu adaletin olmaması, adaletsizliğin olmasıdır. Bu sebeple de insanların haklarının, hukuklarının çiğnenmesidir.
Dünyanın neresine giderseniz gidin, bugün, can emniyetinden, mal emniyetinden, namus emniyetinden, vatan emniyetinden hatta vicdan ve din emniyetinden istediğimiz gibi bahsetmemiz, bunları doya doya teneffüs etmemiz maalesef mümkün olmuyor.
Bu hususlar İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nde de yer almış olmasına rağmen, "hakları savunacağız, bunları gündem ediyoruz, bunlar mutlaka olması lazımdır" diyenler, bir bakıyorsunuz bu hakları en fazla istismar edip ihlal edenler oluyor.
O zaman işin temeline iniyorsunuz, "bu nedir?" diye soruyorsunuz, "bu hastalık nedir?" diyorsunuz.
Hastalık, onu söyleyen dilin sahibinin henüz insan olma kemaline vasıl olamamasıdır. Mükemmel insan olamamasıdır. Dolayısıyla yaptığı hareketler de sözden ibaret kalmaktadır.
Günümüz maalesef bu mukallid insanların temsil ettiği kurumlarla adeta dolup taşıyor. Günümüz bu kemal ehli insanı arıyor.
Hepimiz buna muhtacız. Bu insan, bize huzuru; bu insan bize adaleti; hakkı, hukuku, sevgiyi, beraberliği, dirliği yaşatır. Hülasa, her şeyi bu insanın olduğu yerde tatmak ve yaşamak mümkündür.
Bunun olmadığı yerde kurallar ve kaideler sözden ibaret birtakım bildirgeler veya bildiriler olarak karşımıza çıkıyor. Bu insanı yetiştirmek bence sadece bizim toplumumuzun değil bütün toplumların başta gelen vazifesidir. Cenab-ı Hak, evvela bunu yetiştirmeyi bize nasip etsin.
Kâmil insan nasıl yetişecek?
Bu durumda insanın aklına kâmil insanın nasıl yetişeceği hususu geliyor. Cenab-ı Hak, Kur'an-ı Kerim'inde bir taraftan insanın eşref-i mahlukat olduğundan, diğer taraftan iç dünyasında bazı hastalıklar bulunduğundan bizleri haberdar ediyor.
İnsan hem üstün vasıflarla bezenmiş, hem de kibir, ucub, gıybet gibi hastalıklarla mücadele etmek zorunda.İnsanda iki yön vardır. Bunun bir tanesi melekî, bir tanesi de hayvanı yöndür. O bakımdan insan, ne melek ne de şeytan ve de hayvandır.
Ama dediğimiz gibi insanın iç tabiatında onu melekleştiren güç de var, hayvanlaştıran sıfatlar da mevcut.
İnsanın bir tarafa kanalize edilebilmesi, yönlendirilebilmesi için onun şahsi iradesi başlı başına bir noktaya kadar kafi ise de bir noktadan sonra onu yapacak iktidarda değildir.
Neden değildir?
Çünkü insanda mevcut olan bu ahlak-ı zemime tabiatının ahlak-ı hamideye tebdil olunması gerekiyor.
Yani, onu, birilerinin yoğurması, o noktaya taşıması gerekiyor. Eğer bunu yoğuracak insandan biz mahrum kalırsak o mükemmel cevherler içimizde var olarak kötüsüyle birlikte hayatı tamamlarız.
Burada iş, ahlak-ı zemimeye ait vasıfları tek tek ayıklayıp onları güzel ahlaka çevirme meselesidir. Güzel huy sahibi yapma olayıdır.
Sadıklarla beraber olma zarureti
Bu iş kendi kendine olabilir mi? Milyarda bir ihtimal var mı? Bana göre yoktur. Neden yoktur?
Bizim en önemli meselelerimizden bir tanesi kötü alışkanlıklarımızda. Bir kötü alışkanlığını terk edene kadar bir insan neler çekiyor. Faraza, gençlik yıllarında sigara tiryakisi olan arkadaşlarımız var.
Bir sigarayı bir insan terk edene kadar anasından emdiği burnundan geliyor. Veya içkiye müptela olmuş bir hasta insanı düşünün; aylarca hatta yıllara varan tedavilere maruz kalıyor.
Demek ki bu işler bir alışkanlık dahi olsa kendi başına olmuyor.
Mutlaka onu oradan çıkaracak, onu Hakk'a doğru yürütecek bir elin, bir eteğin olması şarttır.
Onun için Cenab-ı Hak, "Vesileye sarılınız" buyuruyor. Vesile her konuda şart ve esastır. İnsanlara doğruyu ve hakkı göstereni siz, önünüzde önder ve rehber olarak kabul ettiniz mi bu sefer ahlakınız da tamamen o şahsın ahlakı ile aynı olur.
Yani onun iç tabiatındaki güzellikleri siz de paylaşırsınız. Fizikte birleşik kaplar konusu vardır. Üç tane kabı yan yana koyup, bir tanesinin içine altı litre su koysanız, bir anda her biri ikişer litre olarak paylaşmış olur. Maneviyat da, ahlak da böyledir.
Bunun tersi de mümkündür. Şayet insanın huyları güzel değil de çirkinse siz de, onun o çirkin ahlakını paylaşırsınız. Sendeki güzel ahlak bir anda yok olur gider, yaya kalırsın.
Binaenaleyh insanların daima kendisine, üstün ahlak sahibi olan kişileri dost yapması, onlarla yakınlık, kurbiyet ihdas etmesi, beraber olması gerekiyor.
Onun için bizim geçmişimize dikkat ederseniz; sıradan insanlarla değil Allah'ın sevdiği insanlarla devamlı bir hayat yaşamayı prensip haline getirmiş bir milletiz.
Zaten ayet-i kerimelerin sırrına baktığımız zaman da bizden istenilen de budur. Ayette Allah, "Sadıklarla beraber olun" buyuruyor. Sadıklar, "Allah" demede, Allah'a kullukta ısrarlı olan insanlardır. O'nun yolunda taviz vermeyen, O'nun yolunda O'da yürümeye kararlı olan insanlardır.
Allah, cümlemize sadıklarla beraber olmayı nasib eylesin. (Prof. Dr. Haydar Baş, İcmal Dergisi Mart 2018)